Her nerede zulüm var
Gaddarlık alıp başını gitmiş
Ezilenler, ızdırap, gülmeyi unutan çocuklar
Ve sen durabiliyorsan acının yanında rengine bakmadan
Ve kırpmadan gözünü dikilip zalimin karşısına
Adamsın
Yok eğer ayırıyorsan acıyı ve zalimi renklere
Ve gözyaşların akmıyorsa güz yaprağı gibi düşen gençlere
Koy adamlığı bir kenara dostum
Sen o kurşunu sıkansın
27 Mayıs 2014 Salı
23 Mayıs 2014 Cuma
NAYLON TOP
Patlamış bir naylon top gibi ülke;
Delinmiş dört bir yanı,
Bantlarla yapıştırılmış sözde.
Uzaktan bakarsan normal belki,
Yaklaştığında görürsün;
Ne hava kalmış içinde ne de neşe.
Delinmiş dört bir yanı,
Bantlarla yapıştırılmış sözde.
Uzaktan bakarsan normal belki,
Yaklaştığında görürsün;
Ne hava kalmış içinde ne de neşe.
21 Mayıs 2014 Çarşamba
KAVGA
Değişen profil resmi kadar
Beğeni almıyorsa davam
Beyhude mi dersin
Kavgayla geçen bu yaşam
Beğeni almıyorsa davam
Beyhude mi dersin
Kavgayla geçen bu yaşam
17 Mayıs 2014 Cumartesi
ÜLKE ÖLÜR
Bir baba ölür
Babalar ölür
Çok babalar ölür
Yetim kalan çocuklar
Eşsiz kalan kadınlar
Ağlar
Ağlarlar
Çok ağlarlar
Yetmez
Biz de ağlarız
İçimizdeki hava boşalıp
Nefessiz kalana kadar
Gözlerimiz şişip
Kuruyana kadar göz pınarlarımız
Ağlarız
Ağlarız
Sonra
Bir adam çıkar
Mağrur, tepeden bakan
Şişen gözlerimizin içine baka baka
O ağlayan çocukların
O ağlayan kadınların diyarında
Olağan der
Olağan
Bir baba ölür
Babalar ölür
Çok babalar ölür
Ağlarız
Çok ağlarız
Acımız azalmaz belki
Yine de ayaklanırız zamanla
Hayat devam eder
Acıyla yaşamayı öğreniriz
Lakin
Ne zaman ki o adam
Olağan der ve dönüp gider
O zaman
Ülke ölür
Yok olup biteriz
Babalar ölür
Çok babalar ölür
Yetim kalan çocuklar
Eşsiz kalan kadınlar
Ağlar
Ağlarlar
Çok ağlarlar
Yetmez
Biz de ağlarız
İçimizdeki hava boşalıp
Nefessiz kalana kadar
Gözlerimiz şişip
Kuruyana kadar göz pınarlarımız
Ağlarız
Ağlarız
Sonra
Bir adam çıkar
Mağrur, tepeden bakan
Şişen gözlerimizin içine baka baka
O ağlayan çocukların
O ağlayan kadınların diyarında
Olağan der
Olağan
Bir baba ölür
Babalar ölür
Çok babalar ölür
Ağlarız
Çok ağlarız
Acımız azalmaz belki
Yine de ayaklanırız zamanla
Hayat devam eder
Acıyla yaşamayı öğreniriz
Lakin
Ne zaman ki o adam
Olağan der ve dönüp gider
O zaman
Ülke ölür
Yok olup biteriz
15 Mayıs 2014 Perşembe
AK İLE KARA
Emek kara
Karadır sanatçı
Bilim adamı
Esnaf
Evde çorba pişiren Zeliha
Ve bebek emziren Leyla
Hatta mizah bile kapkara
Vicdanlar karadır
Duygular kara
Karadır gözyaşları
Ve solduğun hava
Yutkunduğun tükürük
-Ki yutmayıp tükürsen o suratlara-
O bile karadır da
Bir tek onlar aktır
Onlar gücün sahibi
Sözün sahibi onlar
Bir tek onlar aktır
Ak ak ak
Pür-i pak
6 Mayıs 2014 Salı
Sevinme Kültürü Üzerine
Dünyanın en güzel duygularından biri sevinmek. Yalnızca duygu değil eylem aynı zamanda. Bizi mutlu eden bir olaya, bir habere, bir yeniliğe, bir gelişmeye verdiğimiz tepki. Üstelik insanlara has değil yalnızca. Bir köpeğin heyecanla kuyruğunu sallayıp bir o yana bir bu yana koşturması, atlayıp boynunuza, suratınızı ıslak ıslak yalaması mesela...
Ama insanız ya biz, her şeyi olduğu gibi onu da farklılaştırmalıyız illa. Gözlerimizi kapayıp sevinç duygusunu doyasıya yaşamak yetmiyor bize. Ya da sarılmak yanımızdakine. Bağırmakla böğürmek arası sesler çıkarmak, tuhaf el-kol hareketleri yapmak, bir yerleri ya da birşeyleri yumruklamak... Bunlar hemen bütün toplum ve kültürlerde gördüğümüz örnekler. Bir de toplumdan topluma kültürden kültüre değişenleri var. Çıkarıp belinden tabancayı havaya ateş açmak örneğin. Böylesine saçma, böylesine yoz, böylesine aptalca bir sevinç gösterisi olabilir mi? Sevinç bunun neresinde?
Elbette olayın sportif sevinç yönü de var diğer yanda. Belki de en sorunlu durum bu alanda. Hemen bütün branşlarda sezon tamamlanıp şampiyonlar belirlendiği için "homo sevinens" türünün, yani türümüzün yarattığı, doğada başka örneği görülmeyen olaylara da şahit olmaya başladık çok şükür. Önce Fenerbahçe futbol liginde şampiyon oldu, sonra Galatasaray kadın basketbol liginde ve bu iki kulübün taraftarlarının zerre kadar yaratacılık gerektirmeyen sevinç tablolarını izlemeye başladık. Her iki tarafın ortak paydası şu; Beni en çok sevindiren şey onu en çok üzecek şeydir. Tuttuğum takımın şampiyon olması sevinmem için gerekli koşul ama yeterli koşul değil, aynı zamanda ötekinin üzüldüğünü görmeliyim. Ve ötekini üzmek için birşeyler yapmalıyım.
Sevinmeyi diğerinin üzüntüsü üzerine kurgulamak. Diğeri dediğimiz de yalnızca tuttuğu takım farklı olan senin bir kopyan. Okulda sıra, işte masa arkadaşın; evde kardeşin, eşin, halan, dayın...
Komşun açken sen tok yatma düsturu olan bir toplumun sen üzülmezsen ben sevinemem kültürüne dönüşmesi. Neden, nasıl? Epey söz söylenir bu konuda, kimi doğru kimi eğri. Ama gerçek bu.
Bana eş dost tenisi neden bu kadar çok sevdiğimi soruyor. Kazanan oyuncu kaybedenin elini sıkıp onu teselli edecek, üzüntüsünü paylaşacak bir kaç kelime etmeden hakem maçı bitirmiyor da ondan.
Ama insanız ya biz, her şeyi olduğu gibi onu da farklılaştırmalıyız illa. Gözlerimizi kapayıp sevinç duygusunu doyasıya yaşamak yetmiyor bize. Ya da sarılmak yanımızdakine. Bağırmakla böğürmek arası sesler çıkarmak, tuhaf el-kol hareketleri yapmak, bir yerleri ya da birşeyleri yumruklamak... Bunlar hemen bütün toplum ve kültürlerde gördüğümüz örnekler. Bir de toplumdan topluma kültürden kültüre değişenleri var. Çıkarıp belinden tabancayı havaya ateş açmak örneğin. Böylesine saçma, böylesine yoz, böylesine aptalca bir sevinç gösterisi olabilir mi? Sevinç bunun neresinde?
Elbette olayın sportif sevinç yönü de var diğer yanda. Belki de en sorunlu durum bu alanda. Hemen bütün branşlarda sezon tamamlanıp şampiyonlar belirlendiği için "homo sevinens" türünün, yani türümüzün yarattığı, doğada başka örneği görülmeyen olaylara da şahit olmaya başladık çok şükür. Önce Fenerbahçe futbol liginde şampiyon oldu, sonra Galatasaray kadın basketbol liginde ve bu iki kulübün taraftarlarının zerre kadar yaratacılık gerektirmeyen sevinç tablolarını izlemeye başladık. Her iki tarafın ortak paydası şu; Beni en çok sevindiren şey onu en çok üzecek şeydir. Tuttuğum takımın şampiyon olması sevinmem için gerekli koşul ama yeterli koşul değil, aynı zamanda ötekinin üzüldüğünü görmeliyim. Ve ötekini üzmek için birşeyler yapmalıyım.
Sevinmeyi diğerinin üzüntüsü üzerine kurgulamak. Diğeri dediğimiz de yalnızca tuttuğu takım farklı olan senin bir kopyan. Okulda sıra, işte masa arkadaşın; evde kardeşin, eşin, halan, dayın...
Komşun açken sen tok yatma düsturu olan bir toplumun sen üzülmezsen ben sevinemem kültürüne dönüşmesi. Neden, nasıl? Epey söz söylenir bu konuda, kimi doğru kimi eğri. Ama gerçek bu.
Bana eş dost tenisi neden bu kadar çok sevdiğimi soruyor. Kazanan oyuncu kaybedenin elini sıkıp onu teselli edecek, üzüntüsünü paylaşacak bir kaç kelime etmeden hakem maçı bitirmiyor da ondan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)