Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

16 Eylül 2013 Pazartesi

Gezi Eylemleri, Çevre Protestoları ve Maslow

Dr. Cihan Erdönmez
(Bu yazı Türkiye Ormancılar Derneği tarafından çıkarılan Orman ve Av Dergisi'nin Temmuz-Ağustos 2013 sayısında "Abraham Maslow Bizi Kandırdı Mı?" başlığıyla yayımlanmıştır.)

Kuşku yok sanatçılar gerçekleri bilim adamlarından daha iyi anlatır, elbette sanat okuyuculuğu olanlara. Şiirler, romanlar, tiyatro oyunları, besteler, resimler, operalar… Daha iki gün geçmedi Roger Waters’ın gerçekleri kafamıza çivi gibi çakmasının üzerinden.

Sinema filmlerinin öğretici değeri bana göre sanıldığından daha yüksektir. Zihnimiz ve aklımız filmlerden çok etkilenir. Farkına varmadan, sindire sindire öğretir filmler. Hele animasyonlar.

Muhtemeldir ki, benim gibi pek çok yetişkin, çocuklarının hatırına tanışmıştır animasyon filmlerle. Buz Devri adlı bir film, daha doğrusu film serisi var. Animasyon. Çocuklar için. Filmin her bölümünde izleyicileri önce bir sincap karşılar. Bir de meşe palamudu. Sincap palamuda sahip olmak, onu korumak için akıl almaz bir çaba gösterir. Her seferinde kaçırır ama bir biçimde geri kazanır onu. Hiçbir tehlike onun palamut için mücadelesini engelleyemez. Abraham Maslow göbeğini çatlatsa gereksinmeler hiyerarşisinin açlık üzerinde yükseldiğini daha iyi anlatamazdı.

Maslow teorisini geliştirdiğinde takvim yaprakları 1943 senesini gösteriyordu. Teoriyi çeşitli açılardan okuyabilirsiniz. Örneğin, en basit okuma şudur: İnsan da diğer hayvan türleri gibi önce açlık ihtiyacını gidermeye odaklanır. Sonra güvenlik vs. vs.
Tarih elinden ekmeği alınan insanların savaşları ile doludur. Çünkü savaşın en kötü sonucu savaşmadığınız zaman başınıza gelecek olandır: Ölüm.

Tarihte bilinen ilk protestonun nedeni ekmektir; MÖ. 1152 yılında antik Mısır’da, Dair-El madina bölgesinde III. Ramses’e karşı ayaklanan çiftçiler hak ettikleri ödemelerin zamanında yapılmaması nedeniyle iş bırakmışlar, yani bugünkü anlamda greve gitmişlerdi.

Gezi Parkı üzerine AVM, rezidans, kışla (ya da her ne ise) yapma girişimleri ile başlayan protestolar ve mücadeleye bu perspektiften bakmak hem tarihin akışını daha iyi okumak anlamına gelir hem de Maslow’dan 70 yıl sonra Maslow’a bayrak açmak.

Çevre protestoları, çevresel aktivizm, çevre hareketleri ya da çevresel adalet… Konuya hangi isimle yaklaşırsanız yaklaşın çok eski zamanlara ulaşan bir derinlikle karşılaşmazsınız. Çünkü çevreye yönelik müdahalelerin dönüp dolaşıp ekmeğinizi ve yaşam güvenliğinizi tehdit edeceğinin anlaşılması tarihsel süreç içerisinde yeni sayılabilecek bir durumdur.

Çeşitli çevre bileşenlerine (ormanlar, denizler, ırmaklar ve göller vb.) yönelik korumacı hareketlerin 19. yüzyılın sonlarından itibaren ABD başta olmak üzere Batı’da görülmeye başlandığı bilinse de, bugünkü anlamda bir sosyal hareket olarak çevre protestolarının 1970’lerden daha geriye dayandırılması kolay olmayacaktır.

Çevre protestoları denilince ilgili ilgisiz herkesin aklına gelen ilk şey sanırım Greenpeace olacaktır. ABD’nin gerçekleştirdiği nükleer denemeleri protesto etmek amacıyla 1971 yılında Kanada’da kurulan Greenpeace bugün 40’tan fazla ülkede örgütlenmiş durumdadır. Şiddete dayalı olmayan bu aktivist grubun protesto eylemlerinin örneklerini hem farklı ülkelerden hem de ülkemizden hatırlamak olanaklı. Greenpeace’in Türkiye ofisinin kurulduğu 1992 yılı ülkemizde çevre protestolarının bir sosyal hareket haline gelmesinin de miladı sayılabilir.

Sizleri bilmem ama Türkiye’de çevre protestoları denildiğinde benim ilk aklıma gelen Bergama köylüleridir. 1989 yılında Eurogold adlı bir madencilik şirketi, Türkiye’de 500’den fazla bölgede varlığı bilinen altın yataklarından biri olan Bergama’nın köylerinde arama ruhsatı alır. O sırada Bergama Belediye Başkanlığı yapan Sefa Taşkın televizyonda altın madenciliğinin çevreye verebileceği zararlara ilişkin bir belgesel seyreder. Bunun üzerine köylerin muhtarları ile iletişim kurar ve konuyu ilçenin bir numaralı gündemi haline getirir.

Bergama köylülerinin tarihe kayıt düşen ilk protesto eylemi Ekim 1996’da gerçekleşir. Şirket altın arama faaliyetlerini gerçekleştirmek için OGM’den de aldığı izinle ağaç kesimine başlar. Bu, bardağı taşıran son damladır. Köylüler İzmir-Çanakkale karayolunu yedi saat süreyle ulaşıma kapatırlar. Bunu ilçe merkezinde belden yukarıları çıplak köylü erkeklerin[1] bildiri dağıtması, yerel referandum, idari davalar, hukuk mücadelesi, hukukun etrafından dolanmalar, medyanın satın alınması vs. vs. izler[2].

Türkiye’de çevre protestoları açısından birkaç farklı örnekten söz etmek gerekirse; Akkuyu Direnişi, Arnavutköy Semt Girişimi, Karadeniz Otoyolu Direnişi, Ilısu Barajı (Hasankeyf) Direnişi ilk anda akla gelenlerdir. Halen devam eden çevre protestolarına bakıldığında ise Amasra ve bölgesindeki termik santrallere karşı yörede oluşan sivil inisiyatif, ülkenin çeşitli bölgelerinde ve özellikle Karadeniz’de HES’lere karşı protestolar ve mücadele ile İstanbul’da üçüncü köprüye karşı mücadele sayılabilir.

Aslını soracak olursanız, Gezi Parkı protestosu, ülkemizin beceriksiz ve demokrasiyi içselleştirmemiş yöneticileri olmasa, yukarıda saydıklarımızdan çok daha küçük bir örnek olarak kalmaya mahkum bir eylemdi. Bir kent içi parkın korunmasına, oradaki ağaçların ve yeşil dokunun devamlılığına odaklanmış, üniversiteli gençlerin ağırlığını oluşturduğu bir grup tarafından şekillendirilmiş, basit, barışçıl ve hatta biraz da eğlenceli bir eylemdi Gezi başlangıçta. Bu basit protesto eylemini toplumsal bir direnişe çeviren, çevreden alıp pek çok hükümet uygulamasına yönelten, ülke ve kent idarecilerinin (yönetici değil, idarecilerinin) akıl almaz şiddet uygulamaları ve ayrımcı yaklaşımlarıydı. Bu gerçeği orada olan olmayan herkes çok iyi biliyor elbette. Bu gerçeği görmek için hiçbir detaya girmeden yalnızca “Kırmızılı Kadın” fotoğrafına bakmak bile yeterli.
Gezi direnişi ile ilgili pek çok yazı yazıldı, görüş ortaya atıldı. Siyasal içerikli olanı da vardı, sosyolojik olanı da, sportif olanı da vardı, ekolojik olanı da; iç mihraklar da yazdı dış mihraklar da, hükümet yanlıları da yazdı muhalif olanlar da; doğrular da söylendi, eğriler de… Söylenmemiş ne kaldı ki? Bence kaldı bir şeyler. Hem de önemli bir şeyler.

Bilim dünyası ile sanat dünyası arasındaki en önemli çatışmadır bence Maslow’un teorisi. Akademisyen dostlarımız derslerinde öğrencilerine anlatırlar, anlatmak zorundadırlar; Açlık her şeyden önce gelir, insan önce açlığını gidermeye odaklanır, açlığı gidermek diğer bütün ihtiyaçlardan önceliklidir diye. Oysa bunu hiçbir sanatçıya kabul ettiremezsiniz. Düşünsenize, Mel Gibson’ın hem yönetip hem de başrolünü oynadığı Braveheart (Cesur Yürek) filmini. Hani İskoçlar’ın İngilizlere karşı bağımsızlıklarını kazanmak için verdikleri mücadelenin öyküsünü. Son sahnede, öykünün kahramanı idam edilmeden hemen önce var gücüyle nasıl bağırıyordu? Açlık diye mi özgürlük diye mi?

Maslow bilerek ya da bilmeyerek tarihin en büyük kandırmacalarından birinin bilimsel ortağıdır. Tok ve güvende olmak istiyorsan diğerlerinden fedakarlıkta bulunacaksın. Diğerlerinden, örneğin özgürlükten. Evet, tabi! Gerçek bu olsaydı, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip ulusal mücadeleyi başlatmak yerine İngiliz Muhipleri Cemiyetine katılması gerekmez miydi?

Gezi direnişinin en önemli yanı özgürlüğün karın doyurmaktan daha önemli olduğunu bir kez daha göstermiş olmasıdır insanlara. İnsanlara. Karnını doyurduğunuz bir köpek bütün yaşamını size adayabilir. Ama insan için karnını doyurmaktan, tok olmaktan daha önemli şeyler vardır ki bunların başında özgürlük gelir. İşte bunun içindir ki Gezi’de, idarecilerin tabiri ile birkaç ağaç için başlayan eylemin büyüyüp yurt çapına yayılmasının asıl nedeni, eylem odağının tokluk ve güvenlik arayışından özgürlük arayışına doğru hızlı bir geçiş yaşamasıdır.

Binlerce yıldır bütün sanatçılar anlatmaya çalıştılar insanlara özgürlüğü. Sanat okuyuculuğu olanlar bunu anladılar. Olmayanlar ise Abraham abinin tokluk teorisini rehber edinip iki dilim ekmek için didinip durdular. Yaşadılar ama insan olamadılar. İnsanlık tarihine bir de bu açıdan bakın. Her şey açık ve anlaşılır olacaktır. Tarihte bilinen ilk protesto Mısır’da ekmek içindi. Mısır’da hala protestolar var, insanlar ölüyor; ama ekmek için değil.

Gezi bize bir kez daha özgürlük-ekmek ikileminin insani yönünü anlattı. Elbette anlayanlara.

Son olarak; elbette özgürlük ve ekmek çatışmak zorunda değil. İkisi bir arada olduğunda değmeyin insanoğlunun keyfine!



[1] Geleneksel olarak köylü erkeklerin üstsüz protestoları, Femen grubuna üye kadınların üstsüz protestolarından yöre, kültür ve sosyolojik koşullar dikkate alındığında daha fazla yadırganacak bir durum oluşturmaktadır. O nedenle Bergama köylerinin protestocu erkekleri eylem tarzı açısından Femen grubunun öncüsü sayılabilir.
[2] Bergama protestoları ile ilgili detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler için;
·         Av. Noyan Özkan, 2004. Bergama Köylülerinin Mücadelesi. Savunuculuk ve Politikaları Etkileme Konferansı Yazıları 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi.
·         Voulvouli, A. 2011. Grassroots mobilisitaion in Turkey: The transnational character of local environmental protests. International Journal of Academic Research, 3 (1), 881-888.
·         Özer Akdemir, 2013. Bergama’dan tarihe son notlar (http://www.tr.boell.org/web/111-1629.html, erişim tarihi:06.08.2013).

2 yorum: