Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

23 Nisan 2018 Pazartesi

Mektepten fakülteye fakülteden mektebe: Ormanın okulu

Osman Ragıp, Ali, Osman, Sadullah, Behçet ve tahriratı ecnebiye odası memurlarından Markar.

Bu altı isim 1857 yılında kurulmuş olan orman mektebine kabul edilen ilk öğrencilerin isimleridir.

Osmanlı’nın memleket ormanlarının önemini anlaması Batılı ülkelere göre gecikmiş, anlamaya başladığında da onların kılavuzluğuna ihtiyaç duyulmuştur. O dönemde Fransa ile olan siyasi yakınlaşma nedeniyle bu ülkeden, ormanların bir usulü cedide ve muntazamaya rabtı[1]için (ormanların yeni bir usul ve düzene bağlanması için) Mösyö Lois Tassy ve Mösyö Alexsandre Stheme adında iki mühendis yıllık altışar bin Frank maaşla Türkiye’ye getirtilmiş ve bunlardan özellikle Mösyö Tassy’nin çabalarıyla 1857 yılında ülkenin ilk orman mektebi kurulmuştur.

Bu okul ilerleyen süreçte kimi zaman maden okulu ile birleştirilerek Orman ve Maadin Mektebi kimi zaman da ziraat okulu ile birleştirilerek Ziraat ve Orman Mektebi isimlerini almış, ancak eğitim faaliyetlerini 1862-1865 yılları arasındaki kesinti hariç, aralıksız olarak sürdürmüştür. Halkalı Ziraat ve Orman Mektebindeki eğitimin yetersizliği nedeniyle dönemin Orman Genel Müdürü Hoca Ali Rıza Efendi’nin çabalarıyla 1910 yılında, başlangıçtaki gibi bağımsız bir orman okulu kurulmuş ve Orman Mektebi Alisi (Orman Yüksek Okulu) adını alan bu okul Sarıyer-Bahçeköy’deki bugünkü yerleşkesine taşınmıştır. Böylelikle, Türkiye ormancılığının temel direği olan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinin 1857 yılında başlayan tarihsel serüveni yerleşke olarak son noktasına ulaşmıştır.

Bu dönemin belirleyici özelliklerinden birisi de, devletin Almanya ile yakınlaşan siyasi ilişkileri nedeniyle okulun Alman ve Avusturyalı uzmanların etkisi altına girmiş olmasıdır. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar sürecek olan Alman ve Avusturyalı uzmanların egemenliği, Orman Fakültesinde bugün bile hissedilen Alman ekolünün temellerini oluşturmuştur.

1933 yılında yapılan Üniversite Reformu ve Türkiye’nin ilk modern üniversitesi olan İstanbul Üniversitesinin kurulmasını takiben Orman Mektebi Alisi 1934 yılında Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsüne beşinci fakülte olarak bağlanmış ve adı Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü Orman Fakültesi olarak değişmiştir. Bu dönemde eğitimin ilk iki yılı Ankara’da sonraki iki yılı ise İstanbul’da, Bahçeköy’deki yerleşkede gerçekleşmiştir. Bu durum hem öğrenciler için zorluk oluşturmuş hem de eğitimin koordinasyonunda sıkıntılar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle, ülkemizin en köklü eğitim kurumlarından biri olan Orman Fakültesi yine ülkemizin en köklü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesine 1948 yılında altıncı fakülte olarak bağlanmıştır. Tarihsel birikimi ve bilimsel yaklaşımı birbirine uygun olan bu iki kurum arasında uyum kısa sürede sağlanmış olduğundan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi tam 60 yıldır ülke ormancılığına katkılarını, hem yetiştirdiği mühendislerle hem de yaptığı araştırmalar ve ormancılığı yönlendirici etkisiyle, İstanbul Üniversitesi çatısı altında sürdürmektedir.

Yukarıda isimleri geçen Tassy ve Stheme’den Franz Stöger ve Prof. Bernhard’a, Prof. Diker’den Prof. Oksal’a sayısız yabacı ve yerli uzmanın yuvası olan bu fakülte önceliğini daima ormanlar olarak belirlemiş ve ormanlara zarar verecek her türlü girişim, nereden gelirse gelsin karşısında durmayı bilmiştir. Bundan dolayı olmalı ki, siyasi görüşü ne olursa olsun hemen hiçbir iktidar Orman Fakültesinden hazzetmemiş, buna karşın, istisnalar hariç olmak üzere bu fakülteye saygı duymuşlardır.

1970’li yıllarda Karadeniz Teknik Üniversitesine bağlı olarak açılan ikinci orman fakültesi ve 1990’lı yıllarda ardı ardına açılan diğer orman fakülteleri ile adeta bir orman fakültesi enflasyonu yaşanmış olsa da İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinin rolü hep aynı kalmış,  fakülte Kutup Yıldızı gibi yön belirlemiştir.

Ne var ki, 2000’li yıllar pek çok alanda olduğu gibi Orman Fakültesinde de bazı şeylerin değişmeye başlamasına sahne olmuştur. Bu değişimin ilk adımını seçimle göreve gelmiş bir rektör atmış ve o güne kadar İstanbul Üniversitesi rektörleri Orman Fakültesinde yapılan seçimde (eğilim yoklaması) en çok oyu alan adayı dekan olarak atarken, bu rektör böyle bir seçim ya da eğilim yoklaması yaptırmadan doğrudan atama yapmıştır. Ardından gelen ve seçilemeden atanan rektörler de aynı yolu izleyip, atanmış dekanlar devrini pekiştirmekte fırsatı kaçırmamışlardır.

Yaşanan en vahim değişim ise üniversiteyi siyasetten uzak tutma (sözde) düsturu ile siyasetin tam göbeğine oturtmak olmuştur. Yakın tarih boyunca ve özellikle 1950’li yıllardan itibaren ormancılık politikalarında (yasal düzenlemeler, örgütsel yapılanmalar vb.) yapılan değişiklik ya da değişiklik tasarılarını gündemine alıp, bütün öğretim üyelerinin katıldığı akademik genel kurullarda tartışarak fakülte görüşü[2]oluşturma uygulaması bulunan Orman Fakültesinin bu geleneği özellikle 2010’lardan itibaren unutulmuş veya unutturulmuştur. Böylelikle, fakülte, hangi siyasi iktidar tarafından yapılırsa yapılsın, ormancılık politikası ile ilgili değişiklikleri siyasetten bağımsız ve bilimsel bakış açısıyla değerlendiren ve ulaştığı sonuçları kamuoyu ile paylaşan bir kurum olmaktan çıkarılıp, siyasetin her yaptığına, ses çıkarmamak yoluyla boyun eğen bir araç olma noktasına düşürülmüştür.

Aynı dönemde akademik atama ve yükseltme kurallarında hem merkezi hem de üniversite bazında yapılan değişikliklerle, bilimsel altyapıyla ilgili temel sorunlar çözülmeden öğretim elemanları az zamanda çok yayın yapma zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılmış ve bu durum onları uzun süreli ve ülke ormancılığının temel sorunlarını merkezine oturtan, sosyo-ekonomik nitelikli araştırmalardan uzaklaştırıp, daha kolay yayın yapılabilecek teknik alanlara yöneltmiştir. Bununla birlikte, ülke çapında aynı dönemde yaşanan ve asıl nitelikleri yeni yeni aydınlanmaya başlayan süreçlerde (Ergenekon operasyonu gibi) “muhalif” olarak tanımlanan akademisyenlerin hedef tahtasına oturtulması diğer bütün akademisyenlere verilen göz dağı olmuş ve üniversitelerde bir korku dönemi yaşanmasına yol açmıştır. Bu şekilde, bir yandan akademik kurumlar toplumsal sorumluluklarından uzaklaştırılmış diğer yandan da akademisyenler, istisnalar hariç olmak üzere, suya sabuna dokunmayan araştırmalarla odalarına, laboratuvarlarına ve kitaplarının arasına hapsolmuştur.

Şimdi ise hazırlanan ani bir kanun tasarısı ile İstanbul Üniversitesini ikiye bölerek, Orman Fakültesi de dahil bazı birimlerin yeni kurulacak olan İbni Sina Üniversitesine bağlanması Meclis gündemine getirilmiştir. Bu noktada öncelikle sorulması gereken soru şudur: Üniversiteler hücre gibi bölünerek çoğalabilirler mi yoksa canlı bir organizma gibi çoğalmaları için çok daha karmaşık süreçlere mi ihtiyaç duyarlar? Akla gelen bir diğer soru ise bu tasarı hazırlanırken neyin hedeflendiği ve bu yolla hedefe ulaşmanın mümkün olup olmadığının nasıl sınandığıdır. Konu hangi süreçlerde hangi toplum kesimleriyle tartışılmıştır? Bu tasarı bir toplumsal uzlaşma ürünü müdür yoksa ben yaptım oldu mantığının yeni bir adımı mıdır? Bölünmesi planlanan koskoca bir üniversitenin kaç mensubunun bu tasarıdan önceden haberi olmuştur? Daha da ileri gideyim; İstanbul Üniversitesi Rektörünün ve diğer yöneticilerinin (dekanlar, müdürler vb.) bu tasarıdan hangi aşamada haberleri olmuştur? Bizim gibi basın yayın kuruluşlarından mı öğrenmişlerdir yoksa farklı bir mekanizma devreye girmiş midir? Girmişse, en azından öğretim üyelerini bu konudan haberdar etme ihtiyacı hissetmemişler midir?

Kurumlar, eşya gibi bir yerden başka bir yere taşınamazlar. Kurumlara bağları bir çırpıda koparılıp, hadi artık bu yapıda hizmet ver de denilemez. Kurumları ayakta tutan şey kurumsal ilişkiler, tarihsel bağlar ve tepeden tırnağa bütün üyelerince benimsenmiş aidiyet duygusudur. Orman Fakültesi 60 yıldır İstanbul Üniversitesi bünyesinde hizmet veren, bu üniversitenin asli ve koparılamaz unsurlarından biridir. Orman Fakültesini İstanbul Üniversitesinden ayırmak her iki kurumun da bir daha asla eskisi gibi olamaması anlamına gelir ki, kim bilir belki de asıl hedeflenen budur.

Türkiye ormanları ve ormancılığı oldukça kritik bir dönemden geçmektedir. Sadece son 16 yılda Orman Kanunu’nda 16 kez değişiklik yapılmıştır. Ülke ormanları neredeyse ormancılık dışı her türlü etkinliğin rahatlıkla yapılabildiği Cibal-i Mubaha[3]durumuna düşürülmüştür. Ormancılık örgütü, bir yandan sık sık yapılan örgütsel değişiklikler ve diğer yandan da uzmanlık, deneyim ve liyakata bütünüyle aykırı atamalarla zayıflatılmıştır. Orman fakültelerinin sayısı ve mezun ettiği öğrenci sayısı artırılırken buna paralel akademik ve fiziksel altyapı geliştirilemediği için ormancılık eğitiminin kalitesi düşmüştür. Şimdi de, son dönemlerde sürekli ve aşırı bir budama ile güçsüzleştirilen Türkiye ormancılığının kutup yıldızı durumundaki İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi köklerinden sökülerek, moda yöntemle taşınmak istenmektedir. Bu girişimin ülke ormanları ve ormancılığı için doğuracağı onarılamaz yaralardan bu tasarıyı hazırlayanlar kadar seyirci kalanlar ve sesini çıkarmayanlar da sorumlu olacaklardır ve tarih bu günleri, elbet bir gün bütün tarafsızlığı ve acımasızlığı ile kaleme alacaktır.


[1]1856 Ormanların Muhafaza ve İdareleri İçin Fransa’dan Getirilen İki Mühendis Tarafından Açılacak Kursta Yetiştirecekleri Talebe ve Ormanların Keşfedilmesi ve Sairesi Hakkında Meclisi Alii Tanzimat Mazbatası’nda yer alan ifadedir (Kaynak: Kutluk, H. 1948. Türkiye Ormancılığı ile İlgili Tarihi Vesikalar. OGM Yayınları, Özel Sayı 56).
[2]Fakülte görüşleri Prof. Dr. Ertuğrul Görcelioğlu tarafından bir araya getirilerek 2004 yılında "Ormancılığın Güncel Sorunları" adıyla İstanbul Üniversitesi yayınlarından iki cilt halinde yayımlanmıştır.
[3]1870 tarihli Orman Nizamnamesinden önce ormanların büyük bölümü Cibal-i Mubaha (mubah dağlar) statüsündedir ve hiçbir izne gerek olmadan herkes bu alanlarda istediği şeyi yapabilirler.