Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

14 Temmuz 2017 Cuma

Tercih yaparken...

Her sene Temmuz ortası Ağustos başı yüz binlerce aday ve onların yakın çevresi için sıkıntılı bir sürece sahne olur. Burada dile getirmeye gerek görmediğim ve Türkiye'ye özgü pek çok saçmalığın halkalarından biri olarak, adaylar, bakkala giden çocuğun elindeki parayı gösterip "Bakkal amca buna ne olur?" demesi gibi elindeki sınav sonuç belgesini ona buna gösterip, "Bu puana ne olur?" sorusunu sorarlar. Hepimiz bu saçmalığın ürünüyüz. Ben de 1986 yılında buna benzer şekilde (ki, o zaman tercihimizi sınav sonucu açıklanmadan, sınava girerken yapıyorduk; alabileceğimiz puanı tahmin ederek) okuyacağım üniversiteyi ve bölümü seçtim. Daha sonra da buna benzer şekilde üniversite kapısından giren öğrencilere hocalık ve yöneticilik yaptım. 30 yıldan fazla süredir bu sistemin içindeyim. Devlet üniversitelerinde de (İstanbul ve 19 Mayıs) değişik vakıf yükseköğretim kurumlarında da çalıştım. Pek çoğu hakkında da çalışmasam bile bilgi sahibiyim. Bütün bunlara dayanarak ve sadece ve sadece kişisel görüşüm olarak (bu görüşlerin her şart ve koşulda doğruluğunu garanti edemem), daha çok tavsiye niteliğinde, tercih yaparken nelere dikkat edilmesi gerektiğini aşağıda kısaca açıklamaya çalışacağım. Umarım yararlı olur:


  1. Ne için üniversite okumak istiyorsunuz? Bu sorunun cevabını çok net vermelisiniz. Yaygın şekilde olduğu gibi, iyi bir meslek ve iyi bir gelecek sahibi olmak için mi? Yoksa nadiren de olsa rastladığımız gibi "Meslek benim için önemli değil, nasıl olsa para kazanırım; ben kendimi geliştirmek için üniversiteye gitmek istiyorum" mu diyorsunuz? Aslında, her iki yol birbirinden tamamen kopuk değil. Yani meslek için gittiğiniz üniversitede de kendinizi geliştirebilirsiniz ya da kendinizi geliştirmek için gittiğiniz üniversite de size çok iyi iş fırsatları sunabilir. Fakat yine de bu soruya vereceğiniz cevap önemli. Eğer ikinci cevabı veriyorsanız kalbinizin sesini dinleyin derim. Ama cevabınız birincisiyse işler değişir. Bir defa zaman içerisinde parlayan ve sönen meslekler olduğu gibi hiçbir zaman çok parlamayan ama hiçbir zaman da ölmeyecek meslekler vardır. Bunların başında doktorluk gelir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin hepimiz biyolojik varlıklar olarak kalmaya devam edeceğiz ve bu nedenle de hastalandığımızda doktorlara ihtiyaç duyacağız. Benzer şekilde öğretmenlik de en azından yakın gelecekte önemini koruyacak bir meslek olarak görünüyor. Bunlara hukuk (avukatlık, hakimlik vb.) ile mimarlığı da ekleyebilirim. O nedenle, klasik gibi görünse de tercih yaparken bunlarla ilgili bölümleri iki kez düşünün derim. Öbür tarafta da insanlığın gidişi doğrultusunda parlayan ve parlaması muhtemel mesleklere dikkat etmek lazım. Bu mesleklerin neler olduğuna ilişkin sanal alemde epey bilgi olduğundan burada detaylarına girmek istemiyorum.
  2. Tanıdığım pek çok aday devlet üniversitesi mi vakıf üniversitesi mi ikilemine düşüyor. Ama bu sorunun cevabı yok. Çünkü iyi devlet üniversiteleri de var, iyi vakıf üniversiteleri de. Tam tersine her iki grubun iyi olmayanları da (kötü demek istemedim) hayli fazla. Kişisel görüş olarak, köklü ve saygın bazı devlet üniversitelerini (Boğaziçi, ODTÜ, İstanbul, İTÜ, Hacettepe, Ankara, Ege...) kazanabiliyorsanız, istisnalar hariç vakıf üniversitelerini düşünmenize gerek yok derim (bu devlet üniversitelerinin bütün bölümleri değil elbette). Vakıf üniversiteleri içerisinde Koç ve Sabancı'yı da rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Diğer vakıf üniversiteleri konusunda bölüme ve o bölümün öğretim kadrosuna bakmak gerekir. Burada unutulmaması gereken önemli bir nokta da şu; malum Fetö operasyonları nedeneniyle pek çok devlet üniversitesi önemli ölçüde akademik kadro kaybına uğradı. Bu nedenle, tercih yapmadan önce akademik kadroların mutlaka detaylıca incelenmesi gerekir. Bu kadroların benzer nedenle bundan sonra da azalması muhtemel görünüyor. Diğer yandan, vakıf üniversitelerinin web sayfalarında gördüğünüz akademik kadrolar yanıltıcı olabilir. Haftada iki saat gelip ders verip giden hocayı da bu üniversiteler kendi hocasıyımış gibi gösterebiliyor. Bu da önemli olmakla birlikte, akademik kadroyu incelerken dikkat edilmesi gereken tam zamanlı kadroya sahip, yani o üniversitenin gerçek hocalarıdır. Ayrıca, vakıf üniversitelerinde hoca sirkülasyonunun devlet üniversitelerine göre çok daha hızlı olduğunu unutmayın. Bugün web sayfasında gördüğünüz hocalar siz kayıt olana kadar başka bir yere gitmiş olabilirler ya da başka yerlerde görev yapanlar sizin tercih yapacağınız bölüme gelebilirler.
  3. Vakıf üniversitesi tercih edecekseniz (Dikkat! Türkiye'de özel üniversite yok. Vakıf üniversitesi var. Kısaca özel üniveriste kar amaçlıdır, vakıf üniversitesi hayır amaçlı. Ne var ki bugün vakıf üniversitelerinin çok büyük bir bölümü kar amaçlı çalışmaktadır. "Nasıl?" diye sormayın. Bu uzun bir hikaye ve burası yeri değil) o üniversiteyi kuran vakfın tarihini inceleyin. Üniversite kurmak için kurulmuş uydurma bir vakıf mı yoksa yıllardır eğitim işinde olan gerçek bir vakıf mı? Örneğin Işık Vakfı yüz yıldan fazla süredir eğitim işiyle uğraşan gerçek bir vakıftır ve Işık Üniversitesi de bu vakfın kurduğu bir üniversitedir. Diğer yandan Haliç Üniversitesi de gerçek bir vakıf olan Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı tarafından kurulmuştur. Ancak, burada anlatması uzun sürecek karışık bir hikaye sonrasında üniversite yönetiminde pek çok usulsüzlük yapıldığı için 2016 yılında bu üniversitenin yönetimi geçici olarak garantör üniversite olan İstanbul Üniversitesine devredilmiştir. Yine de köklü vakıflar tarafından kurulmuş üniversitele daha çok güvenebilirsiniz. Haliç Üniversitesini bir istisna olarak değerlendirmek gerekir.
  4. Elbette vakıf üniversitelerinde ödenecek ücretler önemli bir karar kriteri. Bu noktada tavsiyede bulunmam mümkün değil; herkes kendi hesabını daha iyi yapacaktır. Ancak, özellikle burslu programları tercih ederken burs koşullarını detaylı incelemenizde yarar var. Size verilen burs normal öğretim süresince garanti mi yoksa başarısızlık durumunda kesiliyor mu? Bunu anlamak için kılavuzda yer alan bölümlerle ilgili dipnot şeklinde verilmiş koşullar ve açıklamalar bölümünü çok iyi okumanız gerekiyor. Okuyacağınız bölümün hazırlık eğitimi var mı yok mu? Bunu öğrenin ve acı bir sürprizle karşılaşmayın. Genel ilke olarak yabancı dilde eğitim veren programların zorunlu hazırlık eğitimleri vardır. 
  5. Devlet üniversiteleri de vakıf üniversiteleri de çoğunlukla çok kampüslü bir yapıya sahip. Pek çok bölüm tanıtımlarda kullanılan merkez kampüslerinin dışında faaliyet gösteriyor olabilir. O nedenle seçeceğiniz bölümün hangi kampüste eğitim verdiğini mutlaka öğrenin ve tercihinizi buna göre yapın (Mesudiye Meslek Yüksekokulunda görev yaptığım sırada okulun Ordu'da olduğunu sanıp tercih yapan pek çok öğrenci ciddi sıkıntılar çekmiş ve bir bölümü de okumadan geri dönmek zorunda kalmıştı).
  6. Mümkünse tercih yapacağınız bütün fakülte ve bölümleri yerinde ziyaret edin, gözlerinizle görün. Hocalarıyla, bulabilirseniz eski öğrencilerle konuşun. Binaların, koridorların, amfilerin, derslik ve laboratuvarların kalitesine bakın ama fiyakasına aldanmayın. Bunlar yanıltıcı olabilir. Size gösterdikleri son derece gelişmiş bir laboratuvara sizi dört yıl boyunca bir kez olsun sokmayabilirler. Bazı alanları yalnızca vitrin ve dekor olarak donatmış olabilirler. Bunlar yanıltıcı olur. Köklü devlet üniversitelerinin karanlık ve küflü koridorları vakıf üniversitelerinin ışıltısından çok daha fazla üniversite havası barındırır. Hocalarla ve öğrencilerle konuşurken şu genel ilkeyi gözden uzak tutmayın; Hocalar övme öğrenciler yerme eğilimindedir. Her ikisine de akılcı bir mesafe payı bırakın. 
  7. Tercih yaparken en önemli kriterlerden biri de eğitim maliyetleridir. Vakıf üniversitelerinin ücretlerini incelerken yıllık fiyatların sonraki yıllarda nasıl değişeceğini sorgulayın. Size değişimle ilgili yazılı bir garanti vermelerini isteyin (TÜFE-ÜFE ortalaması ya da sabit bir oran gibi; tabi en güzeli fiyatların hiç değişmemesi garantisi ama bu çok zor). Bazı vakıf üniversiteleri bütünlemelerden ayrıca ücret almak gibi etik olmayan davranışlarda bulunabilirler. Bunu iyice sorgulayın. Gerekiyorsa yazılı garanti isteyin. Yaz okullarının her durumda ayrıca ücretlendirileceğini hesaba katın. 
  8. Bazen şehir dışında devlet üniversitesi aynı şehirdeki vakıf üniversitesinden daha pahalıya mal olabilir. Ulaşım, konaklama, yeme-içme vb. maliyetler umduğunuzdan yüksek seviyelere ulaşabilir. Bu maliyeleri hesaplarken asla devlet yurdu üzerinden hesap yapmayın. Çünkü devlet yurtlarında kalan öğrencilerin büyük bir bölümü kısa süre sonra arkadaşlarıyla eve çıkma ya da daha konforlu bir özel yurda taşınma eğiliminde olur.
  9. Bir bölümde verilen eğitimin kalitesi o bölümün kadrolu hoca kalitesi ile doğru orantılıdır. Bunu aynı üniversitenin diğer bölümlerindeki hocaların kalitesi ile bölüme ders vermek üzere dışarıdan gelen hocaların kalitesi destekler. Diğer her şey (teknoloji, binalar, laboratuvarlar vb.) ikinci planda etkendir. Bunu asla aklınızdan çıkarmayın.
  10. Tercih edeceğiniz bölümün uluslararası ağlarla bağlantısını iyi inceleyin. Erasmus'tan uluslararası bilimsel etkinliklere bölümünüz sizi dünya vatandaşlığına taşıyabilecek kapasitede mi? Bunu mutlaka sorgulayın. Uluslararası ilişkiler ofisini ziyaret edip, sözlerden değil rakamlardan oluşan bilgiler alın.
  11. İngilizce ya da diğer bir yabancı dille eğitim veren programlar, köklü devlet ve bazı vakıf üniversiteleri hariç başarıyla yürümez. Çünkü neredeyse sıfır İngilizce ile gelen öğrenci hazırlık eğitiminde dersi İngilizce yürütebilecek seviyeye ulaşamaz. Ayrıca, bazı hocaların İngilizce seviyeleri de yetersiz olabilir. Bu nedenle pek çok ders İngilizce başlayıp Türkçe bitmek zorunda kalınır. Eğitimin adı İngilizce ve kendisi Türkçe olur.
  12. Üniversite eğitiminiz sırasında kendinize fark yaratacak özellikler ekleyin. Çünkü iş yaşamında sizin aday olacağınız pozisyonlara sizin gibi binlerce kişi daha aday olacak. Onların da sizinle aynı diploması olduğunda siz yüksek lisans diplomanızı öne sürün. Eşitlik yine bozulmadıysa yabancı dil bilginizi, ikinci yabancı dil bilginizi, katıldığınız sosyal sorumluluk projelerini, çaldığınız enstrümanları, gezip gördüğünüz ülkeleri, aldığınız sertifikaları, yaptığınız kulüp faaliyetlerini, sahip olduğunuz sporcu lisanslarını... ekleyin. Kendinize kattığınız her nitelik bir gün bir yerde sizin fark edilmenizi ve öne çıkmanızı sağlayacaktır. 
  13. Hangi bölümü okursanız okuyun mezun olduğunuzda İngilizceyi çok iyi seviyede ve ikinci bir yabancı dili de iyi seviyede bilmenizin asgari şart olduğunu unutmayın. İkinci yabancı dil için mühendislik okuyanlara Almancayı, sosyal bilim okuyanlara Fransızcayı ve sanat okuyanlara İtalyancayı öneririm. Bunlara ek olarak bilişim alanındaki yeterliliğinizin yüksek olması da kaçınılmaz bir zorunluluk. Bunları mezun olduktan sonra hallederim derseniz hata yaparsınız. Bunları üniversite okurken çok daha kolay halledersiniz. Mezuniyet sonrası lisanüstü eğitim arayışları, iş arayışları, nişanlanma, evlenme, askerlik curcunası içerisinde hayatınızın belki de en zor dönemini yaşayacaksınız. O nedenle, hayatınızın belki de en kolay dönemi olan üniversite yıllarını iyi değerlendirin. Çünkü en fazla boş zamanınız bu yıllarda olacak. Ve kafanız da en çok bu yıllarda rahat olacak.
  14. Yukarıdaki 13 maddeyi okuduktan sonra hala "Eee! Peki ben hangi bölümü tercih etmeliyim?" sorusunu soruyor olmanıza şaşırmayın. Çünkü bu yazı hangi bölümleri tercih etmeniz gerektiğini size göstermek için yazılmadı. Tercih yaparken nelere dikkat etmeniz gerektiğini göstermek için yazıldı. Ve tekrar bir uyarı. Bu yazdıklarım bilimsel gerçekler değil benim kişisel görüşlerimdir. Tavsiye niteliğinde okuyun; kendi kararınızı kendiniz verin.

Başarı ve mutluluk dileklerimle,

Not: Sorularınızı cihanerdonmez@hotmail.com adresine yazılı olarak gönderebilirsiniz.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Bilin: Halkın Ekmeğidir Adalet

Bertolt Brecht "Halkın Ekmeği" şiirine böyle başlıyor.

Neredeyse yarım yıl oldu son çalıştığım iş yerinden ayrılalı. Zamanım bol. Bir kitap yazmanın hazırlığı içerisindeyim bu bol zamanda. İnsan-orman ilişkilerinin tarihi üzerine olacak bu kitap. Tarih öncesinden günümüze. Fakat, insan-orman ilişkilerini anlayabilmek için önce insanı, onun yarattığı kültürleri, uygarlıkları anlayabilmek gerekiyor. O nedenle insanlık tarihi okuyorum uzun uzun.İnsanlık tarihi denilen şey, anladığım o ki, güçlülerin tarihi aslında. Güçlülerin tarihi; ama aklen, ahlaken güçlülerin değil. Parası, silahı ve tanrısı güçlü olanların tarihi.

16 Kasım 1532'de Peru'nun bir dağ kasabası olan Cajamarca'da İnka İmparatoru Atahualpa ile İspanyol fatih Francisco Pizzaro'nun karşılaşmaları ve sonrasında gelişen olaylar, Pizzaro'nun kardeşleri Hernando ve Pedro'yla birlikte altı görgü tanığının yazdıklarına göre şöyle:

"Pizzaro rahip Vincente de Valverde'yi Atahualpa ile konuşmaya gönderdi, onu Tanrı adına Hazreti İsa'mızın yasasına uymaya ve Majesteleri İspanya kralının hizmetine girmeye davet etmesini söyledi..."

Rahip bir elinde haç bir elinde Kitabı Mukaddes ile birlikte Atahualpa'nın yanına geldi ve şöyle dedi:

"Ben Tanrı'nın bir rahibiyim ve Hıristiyanlara Tanrı'nın işlerini öğretirim, bunları aynı şekilde size de öğretmeye geliyorum. Öğrettiğim şeyler bu kitapta Tanrı'nın bize söylediği şeylerdir. Bu yüzden Tanrı ve Hıristiyanlar adına sizden rica ediyorum, onların dostu olun, çünkü Tanrı'nın istediği budur, bu sizin de iyiliğinizedir."

"Atahualpa kitabı aldı. Nasıl açılacağını bilmiyordu. Rahip açmak için elini uzattığında Atahualpa rahibin eline vurdu..."

"Rahip Pizzaro'nun yanına koşarak 'Koşun, koşun Hıristiyanlar!' diye bağırdı. 'Tanrı'nın işlerini kabul etmeyen bu düşman köpeklere haddini bildirin. O zorba benim kutsal yasa kitabımı yere attı!'..."

Avrupalılar 1492'den itibaren akın akın Amerika'ya gelmeye başladılar. 100 yıldan az sürede bu ve buna benzer olaylar sonucunda ve Amerikan yerlilerine bulaştırdıkları çiçek başta olmak üzere salgın hastalıklarında etkisiyle yerli nüfusun %95'ini yok ettiler. Güçlüydüler, adil değildiler ve tarihi onlar yazdılar.

Sanmayın ki başka zaman dilimlerinde ve başka coğrafyalarda tarih başka türlü cereyan etti. Bundan 100 bin yıl önce Doğu Afrika'dan çıkıp Neandertaller ve diğer insan türlerini yok ederek bütün dünyaya yayılan Homo sapiens egemenliği de adil değildi, M.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren kurulan Mezopotomya Devletleri, Yunan Uygarlığı, Roma Uygarlığı, Çin ve Hindistan Uygarlıkları, Moğollar ve Türk Uygarlıkları da. Adil olanın ne olduğu önemli değildi, önemli olan güçlünün kim ya da ne olduğuydu. 21. yüzyıl dünyasında hala aynı sistem işliyor. Hatta bu sistem yalnızca insanların kendi arasındaki ilişkilerde değil, insanın doğaya ve diğer hayvanlara uyguladığı zulümde de egemen.

Bertolt Brecht belki de bu yüzden "Halkın ekmeğidir adalet" diyor. Halk dediğimiz, çoğunlukla din ve milliyetçilik duygularıyla bir arada tutulup yönetilen, emeği sömürülüp hakkı yenilen geniş insan kitleleri. Bir de yönetenler, ipleri ellerinde tutanlar var. Çağlar değişir, uygarlıklar, devletler yıkılıp yerlerine yenileri kurulur, iktidarlar değişir ama bu grup hep olur. Onlar oyunun kurallarını belirleyenlerdir. Onlar politik sistemin üstün aktörleridir; siyasetçidir, iş adamıdır, sözde bilim adamlarıdır, basın yayın kuruluşlarının patronlarıdır, gazetecilerdir... Onlar gücü elinde tutanlardır ve onların adil olmak gibi bir kaygıları bulunmaz. Kurulan sözde adalet sistemleri onlara dokunmaz, onların canını acıtmaz. Onlara suç işlemek serbesttir, adına suç denilmez, yaptırımı olmaz.

Halk ekmeğine sahip çıkmazsa, adaletin değerini anlamazsa bu daha uzun yıllar boyunca böyle devam edecektir. Geniş halk kitleleri olarak bizler için özgürlük soluduğumuz hava, dayanışma içtiğimiz su ve adalet yediğimiz ekmektir.

Dün Maltepe'de yapılan Adalet Mitingi ile son bulan Adalet Yürüyüşünü bu nedenle çok önemli buldum. İki gün önceki Pendik-Dragos yürüyüş kısmına ve dünkü mitinge katıldım. Benim için bu yürüyüşü ve mitingi kimin düzenlediği hiç önemli değildi. Önemli olan samimi bulduğum bir adalet arayışının vurgulanmasıydı.

Dün ve bugün görsel, işitsel, yazılı ve sosyal medyada bu konuyla ilgili yapılan yorumlara bakıyorum. Kimisi kafasını kuma gömmüş görmezden geliyor. Bunları biliyoruz zaten. Bunlar emir kulları, yazık! Kimisi geçmişte yapılan adaletsizlikleri öne sürerek "bunlar var ya bunlar!" misali laflar ediyor. Kimisi kafasını alanda kaç kişi vardı sorusuna takmış, gözü başka bir şey görmüyor. Bunlar terörist, Fetöcü diyenler bir başka grup. Sanırım bir zamanlar en çok "Muhterem Hoca Efendi Hazretleri" deyip el etek öpenler olsa gerek bu gruptakiler. 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı çoğunu başka rollerde, başka laflar ederken görecektik muhtemel. Kimi güçlü görürlerse onun yanına sığışmak için yapmadıkları şaklabanlık kalmaz bunların.

Lafı uzatmayalım. Her kafadan bir ses çıkıyor. Fakat hiç kimse, ama hiç kimse "Arkadaş, sizin derdiniz ne? Bu ülkede zaten adalet var!" diyemiyor. Bu işin, çoğu boş laf kalabalığı içerisinde, püf noktası bu olsa gerek.

23 Mart 2017 Perşembe

GÜLECEKLERİMİZ

Tanrı mutluluğu paylaştırırken dünyaya
Sıra bizim coğrafyaya geldiğinde muhtemel
Uykuya dalıp mışıl mışıl rüyasında
Ak sakallı tonton yüzlü bir dede görmüş
Ve sanırsam uyup sözüne tonton yüzlü bu dedenin
Mutluluğu vermektense peşin peşin bizlere
Bastırıp hiçse senetlerini önümüze sürmüş
Marifeti bununla kalsa ne gam ulu Tanrının
Beş para ediyormuş verdikleri sanki
Tutup bunları bir de güleceklerimizden düşmüş