Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

19 Temmuz 2016 Salı

Demokrasiden başka yol ve diyalog kurmaktan başka çözüm yok!

Darbe deyince aklıma doğrudan 12 Eylül ve kısmen de 27 Şubat gelirdi. Şimdi bir de nur topu gibi 15 Temmuz'umuz oldu.

Şakası bir yana Türkiye büyük bir felaket atlattı. Darbe girişimi başarılı olsa, olabilecekleri tahmin bile etmek istemiyorum. Her ne kadar mevcut hükümetin uygulamalarından vatandaş olarak rahatsızlıklarım olsa da, nihayetinde seçimle işbaşına gelmiş, meşru ve iktidar etme gücü sorgulanamaz bir hükümetten söz ediyoruz. 21. yüzyılda, bu şekilde işbaşına gelmiş bir hükümetin silah gücüyle iktidardan el çektirilmesi kesinlikle kabul edilemez. İktidarın nasıl değişeceğinin yöntemi demokrasi kitabında açıkça yazılıdır.

15 Temmuz'un travmatik etkileri gözlemleyebildiğim tüm toplum kesimlerinde devam ediyor. Korku, kaygı ve bir ölçüde de zafer sarhoşluğu... Bütün bu duyguların kısa sürede yerini sağlıklı tepkilere bırakması gerekiyor. 15 Temmuz gerçek anlamda bir demokrasi bayramı olabilir.

Sanırım, artık, toplumun çok önemli bir kesimi devlet organizasyonu içerisinde liyakatı bir kenara koyarak belli bir görüş, ideoloji ya da cemaati temel alan yapılanmanın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini görmüştür. Devlet organizasyonu, bütün bunlardan arındırılmış bir yapılanmayla ayakta kalabilir.

Diğer yandan, doğal yapıda monokültür ne kadar tehlikeli ise toplumsal yapıda da aynı derecede tehlikelidir. Toplumun sağlığı ve devamlılığı farklı inanç, ideoloji, politik yaklaşım ve yaşam tarzlarını benimsemiş grupların uyum içerisinde bir arada yaşayabilmesi ile ilişkilidir. Ve bundan daha önemlisi bu grupların birbiriyle diyalog kurması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü hiçbir grup mükemmel olmadığı gibi her bir grup kendi içerisinde çok önemli doğruları barındırır. Gruplar arası diyalog radikalleşmeleri önler, saygı ve empatiyi güçlendirir.

Türkiye'den başka vatanımız, demokrasiden başka yolumuz, diyalogdan başka çözümümüz yok!

17 Temmuz 2016 Pazar

Darbeye karşı olmak mı?

12 Eylül 1980'de 10 yaşındaydım. Darbenin bazı bölümleri ben ve akranlarım için oyun gibiydi. Sokağa çıkma yasağına rağmen küçük muhitimizin tozlu sokaklarında oyunlar oynayıp, devriye gezen askerlerden saklanmak örneğin. Buna karşın darbe gibi darbeydi 12 Eylül. Yönetime askerler tam anlamıyla egemen olmuşlardı ve iktidarlarını değil sorgulamak, darbe kelimesini kullanmak bile mümkün değildi. Halkın çok ama çok büyük bir bölümünün darbecileri alkışlamaktan elleri şişiyordu, yazık.

O yıllar babam ve annemin Almanya'dan geri dönüşünün hemen sonrası sayılırdı. Onlar ve beş kardeşten oluşan ailemizin her şeyi, Alman marklarıyla yapılan küçük bir apartman ve onun alt katındaki bakkal dükkanıydı. Evimizin etrafı yüzlerce askeri lojmanla çevriliydi. Bu lojmanlarda 2. Zırhlı Tugay'da görev yapan astsubaylar ve aileleri kalıyordu. Bakkalımızın ana müşterileriydi onlar. Bir kısmı, özellikle uzun yaz günlerinin akşamlarında, muhtemelen karılarından gizli gizli bakalımıza gelerek bira içer, sohbet ederlerdi. Kaşının üstünde gözün var denilerek binlerce kişinin göz altına alındığı, tutuklandığı, yıllarca hapiste kaldığı, bir daha hiç haber alınamadığı ve kimilerinin de beslenmek yerine asıldığı bir dönemdi o dönem ve bir darbeydi o darbe.Büyük güruhun alkışlamaktan ellerinin şiştiği bir darbe aynı zamanda.

Koluna tek bir pıpır takan onbaşı bile  kral gibi dolaşıyordu sokaklarda. Özünde çoğunun iyi birer insan olan astsubay komşularımızın havalarını varın siz düşünün. İşte o astsubaylarla, Köy Enstitülü bir öğretmenin ışığı ile aydınlanmış Anadolu'nun küçük bir köyünden ilkokul mezunu bir çoban olarak çıkıp 10 yıla yakına Almanya medeniyetini yaşayan ve özümseyen sevgili babam çatır çatır darbe tartışması yapıyordu. Demokrasi diyordu babam, özgürlük diyordu babam, insan hakları diyordu babam, meclis diyordu, adalet diyordu, hukuk diyordu babam. O astsubaylar isteseler o anda babamı bizden alabilirler ve bir daha yüzünü göremeyeceğimiz karanlık dehlizlere yollayabilirlerdi. Alış verişi kesip, alış veriş yapılmasını engelleyip, ekmek teknemize taş koyabilirlerdi hiç olmadı. Sağ olsunlar bunu yapmadılar; ama babam asla korkmadı darbenin ve darbecilerin karşısında durmaktan. Komünist yaftası yedi ama yine de büyük güruhun alkışlamaktan yorulduğu darbenin anayasasına göğsünü gere gere hayır oyu verdi. Ondan neredeyse 30 yıl sonra "yetmez ama..." diyebildiler diğerleri.

Ben işte o babanın oğluyum. Hayatımın hiçbir anında özgürlükleri, insan haklarını, eşitlik ve adaleti, hukukun üstünlüğünü ve yalnızca seçimleriyle değil, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasiyi savunmaktan geri durmadım. Şimdi bazıları darbe karşısındaki tavrımı merak edebilir. Etmesinler. Darbe karşısında benim tavrım nettir ve babamdan mirastır.

Merak edilmesi gereken, sorulması gereken asıl soru şudur: Bugün darbe karşısında demokrasi naraları atanlar, bugünkü darbeciler devletin her kademesinde ve silahlı kuvvetlerde bir kanser gibi yayılırken, binlerce masum insanı çeşit çeşit senaryoyla suçlayıp hapislerde süründürürken ne yapıyorlardı? Ve elbette en az bunun kadar önemli olan bir diğer soru da şu olmalı: Çoğunlukla doğru bir şekilde telaffuz bile edemedikleri demokrasinin her ne şartta olursa olsun en geniş bir şekilde egemen olması mıdır amaçları yoksa bir başka amaca ulaşmak için kullandıkları ve işi bitince buruşturulup atılacak bir araç mıdır demokrasi onlar için?

Demokrasiye karşı olmak mı? Benim tarafım hep bellidir, merak etmeyin.