Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

9 Şubat 2014 Pazar

SUÇ KİMDE?

Herkesin yaşamında hatırladıkça büyük utanç duyduğu, yüzünün kızardığı, unutmak için çaba harcadığı anlar vardır. Ne var ki, o anları unutmak olanaklı değildir asla. Bin bir güzel hatıra saklanır bir köşeye, her öz değerlendirmede o anlar liste başı olur hep.

Ülkeler, uluslar da insanlar gibidir. Ulusların da bu tür yüz kızartıcı hatıraları olur. Kimileri temelsiz bir milliyetçilik duygusuyla bu hatıraları gizlemeye ya da allı pullu kaftanlara sarmaya çalışsa da, tarihin keskin sayfaları utançları utanç olarak kaydeder ve gelecek kuşaklara bütün çıplaklığıyla sunar.

Bana öyle geliyor ki Türkiye böylesi bir utanç dönemini yaşıyor bir süredir. Uzunca bir süredir hatta.
Şunun şurasında bir solukluk demokrasi tarihimiz var ve o tarih şimdiden yalanlar, yolsuzluklar, adaletsizlikler tarihi oldu. Gerçeğin ve doğrunun bu derece değersizleştiği, yalanın ve kandırmacanın bu derece geçer akçe olduğu, prim yaptığı bir dönem elbette bu ülkenin tarihine siyah harflerle, utanç dönemi olarak yazılacaktır.

Sanırım burada asıl sorgulanması gereken konu kandıranlar değil kananlar. Demokrasiyi yalnızca biçim açısından ele aldığımızda çoğunluğun isteklerinin egemen olduğu bir düzen yaratır. Çoğunluğun isteklerinin nasıl şekillendiğidir aslında demokrasinin özü ve genellikle kimse buna bakmaz. Hal böyle olunca "oy" kutsallaşır ve o "oy"a çeşit çeşit kandırmacayla sahip olan da kendini kutsal ve dokunulmaz olarak görmeye başlar.

Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için "oy"un elbette çok değerli olduğunu vurgulayalım. Sorun "oy"un "oyun"a bu kadar kolay kanıyor olması aslında. Kanımca utanç verici olan da bu. Yoksa her ülkede oayunbazlar olur, olmalıdır da belki, gerçeğin yanlış karşısındaki erdemini anlayabilmek için.

XXX
Ergenekon mahkemesi'nde savunma yapmak suç oldu!

Bilginin bu kadar kolay yayıldığı bir çağda gerçekler nasıl olur da bu kadar kolay karartılabilir? Aslında gerçekler hep ışık saçar. Asıl mesele insanların yüzünü karanlık yerine ışığa çevirebilmektir. İnsanların yüzünü ışığa çevirme sorumluluğu aydın sorumluluğudur. Aydın, yalnızca dibine ışık veren bir mum gibi olursa gerçek aydın değildir. Gerçek aydın bir deniz feneri gibi doğru ile yanlış, iyi ile kötü, tehlikesiz yol ile tehlikeli yol konusunda uyaran, yol gösteren, ışık tutan, kısaca aydınlatan kişidir. Türkiye'nin sorunu bir halk sorunu değil aydın kitlenin sorunudur. Türkiye'nin sorunu halktan kopmuş, halkın sorunlarından uzaklaşmış, kendi çıkarını ve geleceğini her şeyin üstünde tutan aydınların; bilim adamlarının, öğretmenlerin, sanatçıların, yazarların, araştırmacıların, din adamlarının sorunudur. Elbette istisnalar var. Elbette aydın sorumluluğunu layığıyla yerine getirenler var. Ne yazık ki çoğunluğu oluşturmuyorlar. Yalnızca bugün mü? Maalesef geçmişte de. Ne diyordu Karaosmanoğlu'nun Yaban'ında sığındığı köylüden tiksinen Türk aydını Ahmet Cemal;

"Bunun sebebi, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinme hakkını kendinde buluyorsun."

O halde sormaya gerek var mı, bunca "oy" bu kirli "oyun"a geliyorsa suç kimde diye?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder