Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

18 Eylül 2015 Cuma

Doymak ve Doy(a)mamak Üzerine

Abraham Maslow'un yükseköğretim kurumlarında çokça öğretilen "gereksinmeler hiyerarşisi"nin tabanını, içinde yeme-içme başlığının da bulunduğu fizyolojik ihtiyaçlar oluşturur. Hayvanlar kategorisine giren her canlı gibi biz insanlar da yaşamaya devam edebilmek için bir şeyler yemek ve içmek zorundayız.

Kendisini rahmetle andığım Prof. Dr. Uçkun Geray, asistanlığımın ilk yıllarında ağzım açık olarak takip ettiğim konferanslarından birinde şöyle demişti:

"İnsanı diğer hayvanlardan ayıran özelliğin ne olduğu üzerine bir sürü şey söylenmiştir ve söylenmeye de devam edecektir. Ama bence insanı farklı kılan şey, en temel ihtiyacı olan yeme-içmeyi mutfağa, üremeyi de aşka dönüştürmüş olmasıdır."

Hoca'nın mutfak sözcüğü ile kastettiği mutfak kültürüydü aslında. Gerçekten de ister bireysel karşılaştırmalarda olsun isterse toplumsal karşılaştırmalarda, kişinin ya da toplumun yeme-içme alışkanlıkları ve anlayışı, yani mutfak kültürü çok önemli bir ayıraç görevi görmektedir. Uzakdoğuluların, İngilizlerin, Almanların, Türklerin ya da Amerikalıların yeme-içme alışkanlıkları birbirlerinden kıvrımlarla değil köşelerle ayrılır. Benzer şekilde Egelilerin, Karadenizlilerin veya Güneydoğuluların da. Konuya bireysel açıdan yaklaştığımızda ise yaşamak için yiyenlerle yemek için yaşayanlar arasında yüzlerce tür insanla karşılaşabilirsiniz. Bunu et olmadan doymayanlarla hayvansal gıdalara savaş açanlar gibi farklı doğrultularda zenginleştirebiliriz. Sanırım ben yaşamak için yiyenler uç noktasına çok yakın bir konumdayım ve sanırım biraz da bu nedenle yeme-içmeye yahut mutfak kültürüne verilen öneme fazlaca bir anlam veremiyorum; dahası eleştiriyorum.

Elbette diğer hayvanlar gibi yalnızca toplayalım ve avlayalım; bunları da olduğu gibi yiyelim demiyorum. Zaten artık o noktaya istesek de dönülemeyeceği aşikar. Ama bir boğaz yarışıdır almış başını gidiyor; Önceleri Saatli Maarif Takviminde günün yemeği olurdu. Sonra gazetelerde yemek köşeleri ortaya çıktı. Derken Emine Beder'den, Oktay Usta'dan, falanca hanımdan, filanca teyzeden yemek kitapları rafları süslemeye başladı. Bu da yetmedi mutfağa ilişkin dergiler, internet sayfaları ve televizyon programları mantar gibi türedi. Çok şükür ki, artık yalnızca mutfak ve yemek programlarının yayımlandığı televizyon kanalları bile var!

Bu yaz gazete sayfalarımızı süsleyen Bordum haberlerinden biri de şuydu: "Sosyetiklerin adresi Türkbükü'ndeki Maça Kızı'nda geçen yıl 50 liraya satılan lahmacun ayran bu yıl 75 lira." Biliyorum bu para yalnızca lahmacun ve ayrana verilmiyor, çoğu tanımı zor bir gösteriş tutkusunun ücreti. Yemek konusunda da durum böyle değil mi peki? Gelin birlikte popüler yemek tarifi sitelerindeki bazı yemek isimlerine bakalım:


  • Sabayon ile gratine edilmiş frambuaz
  • Kanton usulü pilav
  • Muzlu ve kivili pirinç pudingi
  • Ranchido tostadas
  • Karanfilli havuç helvası
  • Pasandida palak
  • Parmesanlı ve domates soslu ev yapımı tortelloni...
Siz bir de bunların televizyon programlarındaki tariflerini izleseniz, ki izliyorsunuzdur zaten, sanırsınız tarifi yapan adam ya da kadın AİDS'e karşı aşı geliştirmiş yahut kansere çare bulmuş veya Satürn'e gönderdiği uzay mekiğindeki robotun topladığı kayaç örneklerini analiz etmiş de bunlar hakkında bizi bilgilendiriyor. Küçük dağları ben yarattım edasında, kibirli, gururlu, insanoğlunun en büyük sorunlarından birini çözmüş bir yüz ifadesi ile "bonfilenin üzerine delikler açıp ayıkladığımız sarımsakları ve tane karabiberleri o deliklere gömmezsek, taze kekik ve fesleğenle eti bir güzel ovup ağzı sıkıca kapanan bir kap içerisinde 24 saat şarap içinde bekletmezsek etin iyi marine olmayacağını ve lezzetsiz kalacağını" anlatıyor ve biz de oturmuş "hımmm!", "aaaaa!", "yaaaa!" gibi saçma sözcükleri istemsiz olarak ağzımızdan çıkarıp, şaşkınlık ve hayranlık içerisinde not tutuyoruz ertesi akşam gelecek kapı komşumuz Neclalara hava atmak için. Bu ne ya! Yiyeceğimiz altı üstü et işte! Küçük küçük doğrar, soğanla karıştırıp kavurur, sonra da onu yarım ekmeğin içine doldurup afiyetle yersin; yanına da bir bardak ayran, oh mis! Abartmayın bu kadar; canlıyız, enerji harcıyoruz, harcadığımız enerjiyi geri kazanmak için bir şeyler yiyip içmemiz gerekiyor, bu nedenle de midemiz beynimize "içim boşaldı, bir şeyler gönder" diye sinyal veriyor, beynimizin komutuyla biz de bir şeyler zıkkımlanıp boşalan midemizi dolduruyoruz, hepsi bu işte! Abartmayın lütfen. Yemek için yaşamıyoruz; yaşamanın daha anlamlı amaçları olmalı. Kebap yemek için sabah uçağıyla Adana'ya gidilip, baklava için Antep'e geçilir mi? Sizin zamanınız ve paranız bu kadar mı anlamsız? Etiyopya'daki aç çocuklar faslından girmeyeceğim ama bu kadarı da biraz fazla, biraz gösteriş, biraz şatafat, e biraz da saçmalık değil mi?

Tüketim çılgınlığının gezegenimizin başına açtığı bunca sorun ilkokul bir seviyesi bilgi iken hiç değilse boğazımıza biraz sahip çıkmamız gerekmiyor mu? Yaşamımıza ancak bu şekilde mi anlam katabiliyoruz? Yaşamımızın anlamları bu kadar zararlı ve sığ mı olmalı?

Durmazsam sözlerim ağırlaşıp kırıcı olacak istemeden; şimdilik bu kadar yeter sanırım. 

Anlamlı bir hayat, yetecek kadar, basit ve sağlıklı bir beslenme dileklerimle...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder