Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

3 Temmuz 2012 Salı

Kadınlar ve Erkeler

Kadınlar ve Erkekler
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
2010 yazında Barcelona kentinde düzenlenen Avrupa Atletizm Şampiyonasında beni çok şaşırtan bir olay yaşanmıştı. Nevin Yanıt 100 m engelli finalinde oldukça iddialı rakiplerinin arasından sıyrılıp, yanılmıyorsam 12.61’lik derecesiyle altın madalyayı boynuna geçirmişti. “Ne var bunda? Daha önce de 1500 m yarışında Süreyya Ayhan aynı başarıyı göstermişti” diyenler olabilir. Elbette. Ancak, ülkemizin sahip olduğu coğrafi özellikler orta ve uzun mesafe koşucusu çıkarmak için son derece uygun. Ortalama yükselti fazla olduğu için, dayanıklılık branşları açısından avantaj teşkil eden bu durum patlayıcı güç gerektiren branşlarda olumsuz faktör olarak karşımıza çıkar. Belki de bu yüzden benim kuşağım atletizm denildiğinde Mehmet Yurdadönleri, Mehmet Terzileri hatırlar. Durumun daha iyi anlaşılabilmesi açısından şu örnekleri vermekte fayda var; Etiyopya ve Kenya gibi ülkelerden yığınla orta ve uzun mesafe koşucusu çıkarken bir tane bile kısa mesafe koşucusu çıkmamaktadır. Oysa Jamaika’dan sayısını bile hatırlayamayacağımız kadar çok sprinter çıkmakta, buna karşılık uzun mesafe koşucusuna hiç rastlanmamaktadır.
Sporcuların genetik özellikleriyle birlikte yetiştikleri ülkelerin coğrafi özellikleri, yetenek ve nitelikler üzerinde yüksek belirleyicilik düzeyine sahiptir. Aslında coğrafi özelliklerin belirlediği özelliklerin bir noktadan sonra genetik hale geldiğini de gözden uzak tutmamak gerekir.
Bu nedenle, Nevin Yanıt’ın 100 m engelli gibi hem bütünüyle patlayıcı güç gerektiren hem de son derece teknik bir branşta Avrupa’nın en iyisi olması gerçekten şaşırılması gereken bir durumdu. Yoksa bir rastlantı mıydı? Hayır. Hayır, çünkü Nevin bunun rastlantı olmadığını birkaç gün önce Helsinki’de gerçekleşen şampiyonada altını yeniden boynuna geçirerek ispatladı. Bu bir rastlantı değil, azim, kararlılık ve disiplinli çalışmanın bir sonucuydu. Dahası, bunu Türkiye’de ancak bir kadın yapabilirdi.
Kadınların bu açıdan erkekleri fersah fersah geride bırakmış olmasının başka pek çok göstergesi de var elbette. En çok da sporda. Örnek mi? Milyonlarca erkek zamanını, enerjisini ve parasını futbola yatırırken kadın voleybolunun geldiği nokta. Hem ulusal takım hem de kulüp takımları düzeyinde dünyanın zirvesindeyiz. Ulusal takımın, yine birkaç gün önce sonuçlanan Dünya Grand Prix’sinde üçüncü olması ve çok daha önceden Londra Olimpiyatlarına gidiş vizesini alması. Vakıfbank Türk Telekom ile Fenerbahçe Universal’in Avrupa’nın en büyük kupasını son iki sene peş peşe havaya kaldırmış olmaları. Ligimizin Avrupa’nın en değerli ligi olması ve yıllar süren İtalya egemenliğine son vermesi… Benzer bir durumu basketbolda da görmek olanaklı. Kadın basketbolcularımız da geçen hafta Londra Olimpiyatları vizesini aldılar. Kadın basketbol ligimiz Avrupa’nın en değerli ligi ve WNBA ligi oyuncularının çok büyük bir bölümü kış sezonunu ülkemiz takımlarında geçirmeyi tercih ediyorlar. Başta Fenerbahçe olmak üzere kadın basketbol takımlarımız Avrupa kupalarında yıllardır, futbol takımlarının hayalini bile kuramayacağı düzeylerde mücadele ediyor ve saygı uyandırıyorlar.
Kadınların azim, kararlılık ve disiplin gerektiren alanlarda erkeklerin bu kadar çok önüne geçmelerinin nedeni ne olabilir? Bu evrensel bir realite midir yoksa ülkemize has bir durum mudur?
Şurası kesin ki, dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden daha dayanıklıdır. Çünkü onlar anne adayıdır ve yavrularını her koşul ve güçlükte korumak üzere kodlanmışlardır. Gözünü budaktan sakınmamak ya da göğsünü siper etmek gerçek anlamda yalnızca kadınlara mahsus özelliklerdir. Hedefi olan bir kadını durdurmanın imkansızlığı tarih sayfalarında olduğu kadar günümüz dünyasında da binlerce örnekle ispatlanabilir.
Peki, ülkemiz kadınlarını daha güçlü kılan bir etken var mı? Varsa nedir? Bu soruların yanıtını bulmak için ülkemizde kadına ve erkeğe biçilen rolleri, sorumlulukları, hakları, yetkileri ve bu koşullar altında aşmaları gereken engelleri irdelemekte fayda var.
Kadın daha doğduğu an yenik duruma düşer. Erkek çocuk, kırsal ya da kentsel, zengin ya da yoksul, ataerkil ya da demokratik her ailede bir adım önde başlar yaşama. Kız çocuklarının önüne engeller konulmaya okul çağına bile varmadan başlanır. Kızların daha uslu durması istenir. Daha fazla söz dinlemeleri gerekir. Hanım hanım oturmalıdırlar onlar toplum karşısında. Biraz daha elleri iş tutmaya başladığında annelerinin en büyük yardımcısı olurlar. Erkekler sokakta sınırsızca oynarken kızlar evlerde iş görmeye başlarlar. Şanslı olanların eğitim hayatı engellenmez. Oysa bazılarını okula göndermeye bile ihtiyaç duyulmayabilir. Ya da ilkokulu bitirmek yeterli görülür çoğu için. Kadının yeri erinin yanıdır çünkü. İtiraf edelim ki, annelerin kızları için en büyük hayali hayırlı bir damat adayıyla baş göz etmektir onu. Çünkü kendileri de birer kadın olan anneler bile kendi ayakları üzerinde durabilen, özgür ve güçlü bir kadının olamayacağını düşünürler. Toplum çoktan bu fikri onların kafasına sokmuştur. Bir hastalık gibi kuşaktan kuşağa yayılır bu düşünce.
Hayırlı damatlar el bebek gül bebek yetiştirilen erkeklerdir. Toplum onlara da aşılamıştır zehirli fikirleri. Cicim ayları çabuk biter. Eğitimlisi eğitimsizi, okumuşu cahili, başlar kadına zulmetmeye. Kimisi yanlış yaptığını bile bile alıkoyamaz kendini bu zulümden. Genlerine işlemiştir çünkü. Erkektir, güçlüdür, üstündür. Karşısındaki kadın haddini bilmelidir. Bilmezse bildirilmelidir.
Bu şartlar altında, ülkemiz kadını dünya kadınından farklılaşır dayanıklılık ve mücadele gücü açısından. Diyebilirsiniz ki, “dünyada kadınların daha güç koşullarda yaşam savaşı verdiği ülkeler de var. Ya onlar?” Haklısınız bir ölçüde. Ama oralarda kadınlara fırsat verilmiyor. Oysa ülkemiz az ya da çok Cumhuriyet devrimlerinin meyvelerini yiyebiliyor hala bir ölçüde. Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lidere sahip olmanın, onun açtığı yolda güneşi görebilmenin avantajları bunlar. Yüzyıllardır baskıyla güçlenen kadın iradesinin önünde açılan sınırlı kapıların sonuçları sözünü ettiğimiz. Diğer ülkelerde kapılar hiç açılmıyor ki!
Erkekler alınmamalı bu duruma. Toplumsal bir realite bu. Tabi bir de madalyonun öteki yüzü var; Bunca baskı altında kalan kadınların kendilerini koruyabilmek için belki de, geliştirmiş olduğu özel yetenekler, erkelerin hiç anlamadığı ve asla anlayamayacağı. Ne burada anlatmak doğru olur, ne de anlatacak doğru kişi benim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder