Dr. Cihan ERDÖNMEZ
2010 yazında Barcelona kentinde düzenlenen Avrupa Atletizm
Şampiyonasında beni çok şaşırtan bir olay yaşanmıştı. Nevin Yanıt 100 m engelli
finalinde oldukça iddialı rakiplerinin arasından sıyrılıp, yanılmıyorsam 12.61’lik
derecesiyle altın madalyayı boynuna geçirmişti. “Ne var bunda? Daha önce de
1500 m yarışında Süreyya Ayhan aynı başarıyı göstermişti” diyenler olabilir.
Elbette. Ancak, ülkemizin sahip olduğu coğrafi özellikler orta ve uzun mesafe
koşucusu çıkarmak için son derece uygun. Ortalama yükselti fazla olduğu için,
dayanıklılık branşları açısından avantaj teşkil eden bu durum patlayıcı güç
gerektiren branşlarda olumsuz faktör olarak karşımıza çıkar. Belki de bu yüzden
benim kuşağım atletizm denildiğinde Mehmet Yurdadönleri, Mehmet Terzileri
hatırlar. Durumun daha iyi anlaşılabilmesi açısından şu örnekleri vermekte
fayda var; Etiyopya ve Kenya gibi ülkelerden yığınla orta ve uzun mesafe
koşucusu çıkarken bir tane bile kısa mesafe koşucusu çıkmamaktadır. Oysa Jamaika’dan
sayısını bile hatırlayamayacağımız kadar çok sprinter çıkmakta, buna karşılık
uzun mesafe koşucusuna hiç rastlanmamaktadır.
Sporcuların genetik özellikleriyle birlikte yetiştikleri
ülkelerin coğrafi özellikleri, yetenek ve nitelikler üzerinde yüksek
belirleyicilik düzeyine sahiptir. Aslında coğrafi özelliklerin belirlediği
özelliklerin bir noktadan sonra genetik hale geldiğini de gözden uzak tutmamak
gerekir.
Bu nedenle, Nevin Yanıt’ın 100 m engelli gibi hem bütünüyle
patlayıcı güç gerektiren hem de son derece teknik bir branşta Avrupa’nın en
iyisi olması gerçekten şaşırılması gereken bir durumdu. Yoksa bir rastlantı
mıydı? Hayır. Hayır, çünkü Nevin bunun rastlantı olmadığını birkaç gün önce
Helsinki’de gerçekleşen şampiyonada altını yeniden boynuna geçirerek ispatladı.
Bu bir rastlantı değil, azim, kararlılık ve disiplinli çalışmanın bir
sonucuydu. Dahası, bunu Türkiye’de ancak bir kadın yapabilirdi.
Kadınların bu açıdan erkekleri fersah fersah geride bırakmış
olmasının başka pek çok göstergesi de var elbette. En çok da sporda. Örnek mi?
Milyonlarca erkek zamanını, enerjisini ve parasını futbola yatırırken kadın
voleybolunun geldiği nokta. Hem ulusal takım hem de kulüp takımları düzeyinde
dünyanın zirvesindeyiz. Ulusal takımın, yine birkaç gün önce sonuçlanan Dünya
Grand Prix’sinde üçüncü olması ve çok daha önceden Londra Olimpiyatlarına gidiş
vizesini alması. Vakıfbank Türk Telekom ile Fenerbahçe Universal’in Avrupa’nın
en büyük kupasını son iki sene peş peşe havaya kaldırmış olmaları. Ligimizin
Avrupa’nın en değerli ligi olması ve yıllar süren İtalya egemenliğine son
vermesi… Benzer bir durumu basketbolda da görmek olanaklı. Kadın
basketbolcularımız da geçen hafta Londra Olimpiyatları vizesini aldılar. Kadın
basketbol ligimiz Avrupa’nın en değerli ligi ve WNBA ligi oyuncularının çok
büyük bir bölümü kış sezonunu ülkemiz takımlarında geçirmeyi tercih ediyorlar.
Başta Fenerbahçe olmak üzere kadın basketbol takımlarımız Avrupa kupalarında
yıllardır, futbol takımlarının hayalini bile kuramayacağı düzeylerde mücadele
ediyor ve saygı uyandırıyorlar.
Kadınların azim, kararlılık ve disiplin gerektiren alanlarda
erkeklerin bu kadar çok önüne geçmelerinin nedeni ne olabilir? Bu evrensel bir
realite midir yoksa ülkemize has bir durum mudur?
Şurası kesin ki, dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden
daha dayanıklıdır. Çünkü onlar anne adayıdır ve yavrularını her koşul ve
güçlükte korumak üzere kodlanmışlardır. Gözünü budaktan sakınmamak ya da
göğsünü siper etmek gerçek anlamda yalnızca kadınlara mahsus özelliklerdir.
Hedefi olan bir kadını durdurmanın imkansızlığı tarih sayfalarında olduğu kadar
günümüz dünyasında da binlerce örnekle ispatlanabilir.
Peki, ülkemiz kadınlarını daha güçlü kılan bir etken var mı?
Varsa nedir? Bu soruların yanıtını bulmak için ülkemizde kadına ve erkeğe
biçilen rolleri, sorumlulukları, hakları, yetkileri ve bu koşullar altında
aşmaları gereken engelleri irdelemekte fayda var.
Kadın daha doğduğu an yenik duruma düşer. Erkek çocuk,
kırsal ya da kentsel, zengin ya da yoksul, ataerkil ya da demokratik her ailede
bir adım önde başlar yaşama. Kız çocuklarının önüne engeller konulmaya okul
çağına bile varmadan başlanır. Kızların daha uslu durması istenir. Daha fazla
söz dinlemeleri gerekir. Hanım hanım oturmalıdırlar onlar toplum karşısında.
Biraz daha elleri iş tutmaya başladığında annelerinin en büyük yardımcısı
olurlar. Erkekler sokakta sınırsızca oynarken kızlar evlerde iş görmeye
başlarlar. Şanslı olanların eğitim hayatı engellenmez. Oysa bazılarını okula
göndermeye bile ihtiyaç duyulmayabilir. Ya da ilkokulu bitirmek yeterli görülür
çoğu için. Kadının yeri erinin yanıdır çünkü. İtiraf edelim ki, annelerin
kızları için en büyük hayali hayırlı bir damat adayıyla baş göz etmektir onu.
Çünkü kendileri de birer kadın olan anneler bile kendi ayakları üzerinde
durabilen, özgür ve güçlü bir kadının olamayacağını düşünürler. Toplum çoktan
bu fikri onların kafasına sokmuştur. Bir hastalık gibi kuşaktan kuşağa yayılır
bu düşünce.
Hayırlı damatlar el bebek gül bebek yetiştirilen
erkeklerdir. Toplum onlara da aşılamıştır zehirli fikirleri. Cicim ayları çabuk
biter. Eğitimlisi eğitimsizi, okumuşu cahili, başlar kadına zulmetmeye. Kimisi
yanlış yaptığını bile bile alıkoyamaz kendini bu zulümden. Genlerine işlemiştir
çünkü. Erkektir, güçlüdür, üstündür. Karşısındaki kadın haddini bilmelidir.
Bilmezse bildirilmelidir.
Bu şartlar altında, ülkemiz kadını dünya kadınından
farklılaşır dayanıklılık ve mücadele gücü açısından. Diyebilirsiniz ki,
“dünyada kadınların daha güç koşullarda yaşam savaşı verdiği ülkeler de var. Ya
onlar?” Haklısınız bir ölçüde. Ama oralarda kadınlara fırsat verilmiyor. Oysa
ülkemiz az ya da çok Cumhuriyet devrimlerinin meyvelerini yiyebiliyor hala bir
ölçüde. Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lidere sahip olmanın, onun açtığı
yolda güneşi görebilmenin avantajları bunlar. Yüzyıllardır baskıyla güçlenen
kadın iradesinin önünde açılan sınırlı kapıların sonuçları sözünü ettiğimiz. Diğer
ülkelerde kapılar hiç açılmıyor ki!
Erkekler alınmamalı bu duruma. Toplumsal bir realite bu.
Tabi bir de madalyonun öteki yüzü var; Bunca baskı altında kalan kadınların
kendilerini koruyabilmek için belki de, geliştirmiş olduğu özel yetenekler,
erkelerin hiç anlamadığı ve asla anlayamayacağı. Ne burada anlatmak doğru olur,
ne de anlatacak doğru kişi benim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder