Futbola olan ilgimi uzun yıllardır asgari düzeye indirmiş bir Fenerliyim ben. Futbolu sarımsaklı mantıya benzetişim, bildiğim kadarıyla bana özgüdür. İkisi de özünde çok keyiflidir ama sonrasında ağızda bıraktığı tat ve koku felaket. Yani, sahada oynanan oyunla ilgili bir sıkıntım yok ama geri kalan her yönü bana pek uygun değil. Bu nedenle en son futbol maçına, yani bir stada gidişim asosyal bir teenager olduğum dönemlere denk geliyor (şimdi 43'üm). Herkesin merakla takip ettiği futbol maçlarının sonuçları hakkında çoğunlukla şu üç yolla bilgi sahibi oluyorum:
- Maçı yayımlamayan TV kanallarının sağ ya da sol üst köşede verdikleri anlık maç skorlarından.
- Alt katta oturan ve muhtemelen Galatasaraylı olan komşumun hoplayıp zıplamalarından yola çıkarak yaptığım tahminlerden.
- Ve elbette ki gol sonrası patlayan silahların gürültüsünden.
Lafı fazla uzatmadan gelelim konunun özüne. Yukarıda özetlediğim gibi bir Fenerli olarak Fatih Terim olayı sonrasında neler hissettiğimi özetlemeye çalışayım:
- Elbette öncelikle sinsi bir gülümsemenin eşlik ettiği mutluluk. Ee, ne de olsa karşı cephede kargaşa var. Hep bizde olacak değil ya! Az mı çektik 3 Temmuz'dan buyana.
- Sonra hafif kaygıyla karışık haset durumu; Amma da büyüttüler, imparator aşağı, imparator yukarı. Dedikleri kadar da büyük değil canım bu adam!
- Hem o da Aysal'ın kendini istemediğini bilmiyor muydu? Bizim Kocaman gibi alıp ceketini gitseydi efendi efendi.
- Gene de iyi oldu iyi. Adamlar dördüncü yıldıza doğru gidiyordu. BJK'nin de ipini çektiler. Bunlarla yarışmak yine bize kaldı.
- Yalnız bu Aysal ve onun gibiler, liseliler mi ne, çok elitistler canım! Burunlarından kıl aldırmıyorlar.
- İyi de Fatih Terim'de de ciddi kişilik sorunları var. Adam dünyanın merkezinin kendisi olduğunu sanıyor. Herkese ayar, herkese fırça. Hele o Mehmet Ağar'la ilişkisi. Bu kadar da olmaz ki!
- ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder