AĞAÇ, HAYAT VE HAYAT AĞACI
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
James
Cameron’un yazıp yönettiği 2009 tarihli Avatar filmini hatırlayacaksınız.
Günümüzden yaklaşık 200 yıl sonrasında geçiyordu. Dünyadaki kaynakları tüketmiş
olan insanoğlunun bir türlü bitmeyen hırsları, onu bambaşka bir yıldız
sistemindeki (Alpha Centauri) Pandora gezegenine götürmüştü. Bu gezegende çok
değerli bir maden olan unobtanium bulunmaktaydı. Madenin çıkarılmasındaki tek
engel ise bu gezegendeki farklı yaşam koşullarına uyum sağlamış Navi-İnsan
hibridi canlılardı. Bir de onların tarafını tutan dünyalı insanlar.
Filmi baştan
sona gözünüzün önüne getirip en çok etkilendiğiniz sahnenin hangisi olduğunu
hatırlamaya çalışın. Benim için bu sorunun yanıtı oldukça açık: Navilerin
yaşamın kaynağı olarak baktıkları kutsal ağacın yıkılma anı. Yaşamın
kaynağının; Hayat Ağacının sonu.
Yaşamın
kaynağının bir ağaçla sembolize edilmesi acaba Cameron’un aklına nereden geldi?
Bunu bilmek zor. Ama, bildiğim bir şey var ki; yaşamın kaynağı bin yıllardır
pek çok farklı kültür tarafından ağaç ya da ağaçlarla sembolize ediliyor.
Beni bunları
hatırlamaya yönelten etken Sunay Akın’ın çok kısa bir süre önce yayımlanan “Bir
Çift Ayakkabı” adlı kitabı[1]
oldu. Kitabın “Hayat Ağacının Gölgesinde Filizlenen İnsanlık ve Boyacı
Sandıkları” adlı bölümündeki şu satırlar sanırım ne demek istediğimi daha iyi
açıklayacaktır:
“Ayakkabı
boyacılarının sandıklarında görülen hayat ağacı, en eski Tanrıça idollerinden
biridir. Varlığın ağaçtan gelmesi Orta Asya toplumlarının efsanelerinde çıkar
karşımıza. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, Osman Bey’in rüyasında gördüğü
ağacın işaret olarak kabul edilmesi de, bu inancın sürmesinden başka bir şey
değildir. Bir ağacı geometrik bir şekil olarak çizmeniz istense, karşınıza
çıkacak şekil üçgendir. Eski Türk yazısında da, “kız” sözcüğünün yazılışı üçgen
imiyle başlar. Anadolu’da muskaların üçgen biçiminde oluşunun nedeni de
koruyan, doğuran, var eden hayat ağacı inancıdır.”
Araştırmacı
Deniz Sezgin de “Bitki Mitosları” adlı kitabının[2]
“Hayat Ağacı” adlı bölümünde hayat ağacı inanışının farklı kültürlerdeki
yansımalarına yer vermektedir. Yazara göre “Doğa dinlerinden tek tanrılı
dinlere kadar pek çok inançta, hayat ağacı kavramı yer almaktadır. Bu ağaç
yaşama ve var olma bilincinin bir sembolüdür.” Türk mitolojisinde hayat
ağacının ne şekilde yer aldığını daha iyi anlayabilmek için adı geçen bölümün
üç paragrafını olduğu gibi aktarıyorum:
“Türk
mitolojisinde hayat ağacı motifi ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Yakutlara
göre dünya sekiz köşeliydi ve yerin tam ortasında sarı göbeği bulunuyordu.
Dünya göbeğinin tam ortasında da yüce bir ağaç bulunuyordu. Bu ağaç tanrının
süsleriyle bezenmiş, göğün görünmezliğine kadar yükselen çok ulu bir ağaçtı.
Gök yedi kattan oluşmaktaydı. Bunun üstünde durmaksızın dönen “dokuz felek çağrısı”
bulunurdu. Bu ulu ağaç adeta yer ile göğü birbirine bağlardı. Hayat ağacının
gövdesi som gümüştendi ve ışıl ışıl parlardı.[3]
Ağacın gövdesinden kutsal bir kaynak çıkardı. Bu su altın renginde parıltılar
saçardı. Hayat ağacının yaprakları at derisi kadardı. Anlatılanlara göre bu
ağacın yanına kimse yaklaşamazdı. Ağacın üstünden de altın gibi parıldayan
sular fışkırırdı. Bu sudan içen kişi çok mesut olur, açlık duygusundan
bütünüyle kurtulur ve her isteğini elde ederdi. Destana göre ilk insan Ak Oğlan
bu ağacın tepesinin bulunduğu göğün üst noktasında yaratılmıştı. Ağacı görünce
tepesinden fışkıran suların altına girmiş ve doya doya sulardan içmişti.
Böylece insan yaşamı elde etmişti.”
“Türk mitolojisinde hayat ağacı Bay Terek (Bay Direk) olarak adlandırılırdı.
Bay Terek gök tepe ile yeri birbirine bağlardı. Yaşam döngüsü adeta onun
üzerinden işlerdi. Ölen bir insanın ruhu kuş olup uçar, Bay Terek’in gökteki
dallarına konardı. Bay Terek’in yaprakları üzerinde insanların isimleri
yazardı. Kuş yapraklar üstünde kendi ismini bulur ve o yaprağa konardı. Yeni
canlar ise Bay Terek’in gövdesini kullanarak yeryüzüne iner, kadınların rahmine
düşerdi.”
“Türk mitolojisinde ağaç motifi çok büyük önem taşımaktadır. İnanışa
göre öbür dünyada yer alan bir çeşit yaşam ağacının her yaprağı yeryüzünde bir
insanı simgeliyordu. Bu ağacın yaprağı sararıp dalından düşünce o yaprağın
yeryüzündeki tezahürü olan kişi de hayata veda ederdi.”
Ağacın yaşamla özdeş tutulmasının nedenleri sanırım kolaylıkla
anlaşılır niteliktedir. Araştırmacı Nevzat Çevik bu durumu oldukça net biçimde
ortaya koymaktadır[4]:
“Ölümler doğumları, doğumlar ölümleri izler ve bu döngü yaşamı sonsuz kılar.
Doğanın bu en değişmez kuralına binyıllardır ağaç seçilmiştir simge olarak.
Bunda neden, her baharda tekrar canlanıp yenilenebilmesi ve hatta çam benzeri
çeşitlerinde olduğu gibi hiç ölmemesidir. İnsanların sınırsız yaşama isteğinden
ve ölümü kabul edemeyişinden kaynaklanan, öldükten sonra dirilme inanancının da
simgesidir ağaç.”
Ağacın Türk kültüründeki yeri o derece derindir ki, bunu pek çok
inançta ve geleneksel uygulamada görmek de olanaklıdır. Bunlardan en çok bilineni ve belki de en
önemlisi ağaçla yaşam arasında kurulan bağ nedeniyle Türk ve Moğol
toplumlarında mezarların ağaç altında olmasına özen gösterilmesi gelmektedir.
Bu inanç günümüz Türk toplumlarında yaygındır ve mezarların baş ve ayak
uçlarına genellikle çam ya da servi ağaçları dikilmektedir.
Bu noktada
Nazım’ın da bundan etkilenmiş olabileceği gelmektedir insanın aklına ister
istemez. Ne demişti Nazım “Vasiyet” adlı şiirinde;
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
Şamanlarda
kayının kutsal ağaç olarak kabul edildiği ve Şaman davulunun kutsal kayın
ağacından yapıldığı bilinmektedir. Kutsal ağaçtan yapılan davulun da kutsallık
kazanmış olduğu kabul edilmektedir ve bu inanışın izlerini Müslüman Türk
toplumlarında da görmek olanaklıdır. Osman Gazi’nin ölümünden sonra geride
bıraktığı eşyalar arasında Selçuklu Sultanı tarafından kendisine hediye edilen
bir davul kasnağının da olduğu bilinmektedir.[5]
Sanırım sözü
Avatar’dan yola çıkıp epey dolandırdık. Bitirirken yine hayat ağacına dönüp,
buna ilişkin bir Türk efsanesiyle bağlayalım:
Büyük bir dağ yükselir, on iki gök katından,
Dağda bir kayın vardı, yaprakları altından,
Kayının altındaysa, küçük bir çukur vardı,
Bir karış bile değil, o kadar yüzlek dardı.
Bu çukur hep doluydu, kutsal hayat suyuyla,
İçen ölmez olurdu, ebedi bir duyuyla.
Son olarak
da şunu sorarak bitirelim; yaşamla ağaç arasında böylesine güçlü bağlar kurmuş
olan bir kültürün mirasçıları olarak ağaçlarımıza, ormanlarımıza, doğamıza
yaptığımız bunca kötülükten sonra kutsal hayat suyundan bir damla olsun içmeyi
hak ediyor muyuz dersiniz?
[1] İş
Bankası Kültür Yayınları, Kasım 2011.
[2] Sel
Yayıncılık, Kasım 2010 (İkinci Baskı).
[3]
Avatar’daki ağacı hatırlamanızı tavsiye ederim.
[4] Hayat
Ağacı’nın Urartu Kült Törenlerindeki Yeri ve Kullanım Biçimi. www.iudergi.com/tr/index.php/anadolu/article/view/1684
[5] Işık, R.
2004. Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar ve Bunlara Bağlı Kültler. Fırat Ü.
İlahiyat Fak. Dergisi 9:2, s.89-106.
Güzel bir yazı, teşekkürler
YanıtlaSil