ÖNCE İKLİMİ
DEĞİŞTİRDİK, ŞİMDİ SERGİSİNİ YAPTIK
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Beşikteki çocuğun bile küresel iklim değişiminden haberdar
olduğu, havalar biraz sıcak gittiğinde “Gerçekten küresel ısınma var abi…” ya
da biraz serin gittiğinde ise “Hani dünya ısınıyordu ya…” gibi cümleleri sıkça
duyduğumuz bir çağ bizimkisi. Sanırım hepimizin gözünde canlanan ilk sahne
bununla ilgili olarak, eriyen koca buz dağlarının denizlere akışı ya da yine
eriyen buz parçalarının birinden diğerine atlayan kutup ayısının çaresizliği.
İşin tuhaf tarafı, bu sahneler, sanırım, konuyu bizden uzak, bizimle alakasız
bir duruma sokmaktan başka bir işe de yaramıyor. Belki de bu nedenle “Bi şey
olmaz”cılar hala çoğunlukta.
Bırakalım onlar çoğunlukta olsun –ki, zaten her zaman her
konuda azınlıkta kalmıyor muyuz çoğunlukla?- bir kısım azınlık bir şeyler yapma
azminden çokça kaybetmiyor olsa gerek, Küresel İklim Değişimi Sergisini görme
şerefine de nail olduk bu kısa ömrümüzde. Sizler de mutlaka gazete ve TV
haberlerinde görmüş, internette takip etmiş ya da kim bilir belki de gidip
gezmişsinizdir.
Ben de, sevgili halkım terör, deprem, beceriksizlik,
basiretsizlik ve utanmazlık karşısında ne yapacağını bilemez bir halde
kıvranırken, çok sevgili dostum Murat Şentürk’le beraber bu sergiyi ziyaret
etmek üzere yola koyuldum. Kavacık’tan Santral İstanbul’a (İstanbul’u bilenler
için Silahtarağa, Haliç’in kuzey ucu) varmak için gitmemiz gereken yaklaşık 20
km yolu, canım İstanbul’un eşsiz trafiğinde yavaş yavaş kat ederken aklım,
doğrusunu söylemek gerekirse, küresel iklim değişikliğinden çok “Ne olacak bu
İstanbul’un hali…” yörüngesindeydi. Neyse ki vardık da bu dipsiz kuyudan çıkma
şansına sahip oldum.
Santral İstanbul, bilenler için tekrar olacaktır belki ama,
İstanbul Bilgi Üniversitesinin üç ana kampusundan biri ve sanırım en büyüğüdür.
Adının Santral İstanbul olmasının nedeni ise bu güzel kampusun eskiden elektrik
üretmek amacıyla kurulmuş olan bir santral arazisinin üzerine kurulmuş
olmasıdır. Hatta santral binaları (hepsi midir bilmiyorum) hala orada durmakta
ve farklı amaçlarla (örneğin merkez kütüphane) kullanılmaktadır. İşte
hedefimizdeki sergi, bir sergi merkezi olarak restore edilmiş olan bu eski
santral binalarından birinde yer almaktadır. Sergiyi hazırlayan Amerikan Doğal
Tarih Müzesi yetkilileri kırk yıl düşünseler bu sergi için daha uygun bir mekan
bulamazlardı herhalde.
Bu ironik durumun yarattığı enteresan ruh haliyle
biletlerimizi alıp güvenlikten geçerken, kapıda duran görevlinin son derece
insancıl ve yardımsever bir tavırla söylemiş olduğu şu cümle ile yaşadığım ikinci
şok beni kendime getirdi sanırım; “Sergi birinci katta, solda asansörle
çıkabilirsiniz!!!”
Elbette birinci kattaki sergiye asansörle çıkmadım,
asansörlü bir apartmanın dördüncü katındaki evime bile asansörle çıkmayan
birisi olarak (bu övgüyü kendi kendime yapmayı hak ediyorum galiba). Daha
sonradan sekiz bölümden oluştuğunu anladığım serginin birinci bölümüne yavaş
adımlarla ilerledim. Bu bölüm dev bir illüstrasyonun egemenliğinde görünüyordu.
İnsanoğlunun tarihsel süreçte atmosfere yaydığı sera gazlarındaki artışı bir
ışık grafik ile aktaran bu illüstrasyon, hepimizin bildiği bir çizgi grafiğin
biraz süslüce ve devasa formundan başka bir şey değildi özünde.
İkinci bölümde dev bir ekran vardı ve bu ekranda altyazı ile
Türkçeleştirilmiş bir belgesel dönüyordu. Çok fazla izlemedim, ama herhalde
iklim değişiminden söz ediyordu.
Üçüncü bölüm biraz daha aktif katılımlı parçalara sahipti.
Evde, işte, yolda yapabileceklerimizle karbon ayak izimizi nasıl
küçültebileceğimizi anlatmaya çalışan bu bölümde, yaparım dediğiniz alanda
düğmeye basarak sayacı bir artırmanızın olanaklı olduğu mutluluk alanları da
tasarlanmıştı. Ne tuhaf ki bütün sayaçlar dört binli sayıları gösteriyordu. Bu,
serginin o ana kadar ki toplam ziyaretçi sayısı olsa gerek.
Bundan sonraki dört bölüm değişen iklimin değiştirdiği dünya
üzerineydi ki, bunlardan ilki değişen atmosferi anlatıyordu. Bu bölüm dünyayı
simgeleyen bir kürenin üzerinde ışık oyunları ile oluşturulmuş bir simülasyonla
atmosferik hareketlerin kolay anlaşılır hale getirilmiş bir canlandırmasını da
içermekteydi. Ardından değişen buz,
değişen okyanus ve değişen kara bölümleri benzer içeriklerle sıralanmaktaydı.
Serginin son bölümü ise yeni enerji geleceği adıyla, gelecekte enerji üretim ve
kullanımı konusunda izlenmesi gerekenler üzerine kurgulanmıştı.
Sergiyi gezerken, bunun ziyaretçiler üzerinde nasıl bir
etkisi olabileceğini düşünüp durdum. Birileri buraya geliyorsa eğer, onlar
zaten bu konuda hassas kişiler olmalıydı. Ancak, sanırım sorgulanması gereken
şey, hassasiyetin eyleme dönüşüp dönüşmemesi olmalı. Örneğin, ben; üç kişilik
ailemizin mütevazı evinden her gün iki farklı araba hareket ediyor ve her akşam
geri geliyor. Ya da arkadaşım Murat; her
gün Beylikdüzü’nden Kavacık’a 2000cc motor kapasiteli otomatik vitesli bir cip
ile gelip gidiyor. Acaba ziyaretçilerin geneli bizim gibi hassas insanlardan mı
oluşuyordu?
Yaşamımızda “küresel” sözcüğü ile başlayan ne kadar çok şey
oldu. Küresel köy, küresel ekonomi, küresel kriz… Küresel iklim değişimi de
bunlardan biri. Bakalım onunla yaşamayı mı öğreneceğiz yoksa o bize nasıl
yaşamamız gerektiğini mi öğretecek? Tabii, bir de en kötü senaryo var. Kimsenin
bir şey öğrenmeye fırsatının kalmaması. Küresel bir felaketle, yaşamın değilse
bile insanlığın sonunun gelmesi.
Sizi korkutmuş olmayayım; insanlığının sonuna bir miktar
daha olmalı. Ama sergiyi ziyaret etmek ve dünya için bir şeyler yapmaya
başlamak istiyorsanız eğer, 15 Ocak 2012 ajandanızda işaretleyebileceğiniz son
gün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder