Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

27 Haziran 2012 Çarşamba

İklim Değişikliği Sergisi


ÖNCE İKLİMİ DEĞİŞTİRDİK, ŞİMDİ SERGİSİNİ YAPTIK
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Beşikteki çocuğun bile küresel iklim değişiminden haberdar olduğu, havalar biraz sıcak gittiğinde “Gerçekten küresel ısınma var abi…” ya da biraz serin gittiğinde ise “Hani dünya ısınıyordu ya…” gibi cümleleri sıkça duyduğumuz bir çağ bizimkisi. Sanırım hepimizin gözünde canlanan ilk sahne bununla ilgili olarak, eriyen koca buz dağlarının denizlere akışı ya da yine eriyen buz parçalarının birinden diğerine atlayan kutup ayısının çaresizliği. İşin tuhaf tarafı, bu sahneler, sanırım, konuyu bizden uzak, bizimle alakasız bir duruma sokmaktan başka bir işe de yaramıyor. Belki de bu nedenle “Bi şey olmaz”cılar hala çoğunlukta.
Bırakalım onlar çoğunlukta olsun –ki, zaten her zaman her konuda azınlıkta kalmıyor muyuz çoğunlukla?- bir kısım azınlık bir şeyler yapma azminden çokça kaybetmiyor olsa gerek, Küresel İklim Değişimi Sergisini görme şerefine de nail olduk bu kısa ömrümüzde. Sizler de mutlaka gazete ve TV haberlerinde görmüş, internette takip etmiş ya da kim bilir belki de gidip gezmişsinizdir.
Ben de, sevgili halkım terör, deprem, beceriksizlik, basiretsizlik ve utanmazlık karşısında ne yapacağını bilemez bir halde kıvranırken, çok sevgili dostum Murat Şentürk’le beraber bu sergiyi ziyaret etmek üzere yola koyuldum. Kavacık’tan Santral İstanbul’a (İstanbul’u bilenler için Silahtarağa, Haliç’in kuzey ucu) varmak için gitmemiz gereken yaklaşık 20 km yolu, canım İstanbul’un eşsiz trafiğinde yavaş yavaş kat ederken aklım, doğrusunu söylemek gerekirse, küresel iklim değişikliğinden çok “Ne olacak bu İstanbul’un hali…” yörüngesindeydi. Neyse ki vardık da bu dipsiz kuyudan çıkma şansına sahip oldum.
Santral İstanbul, bilenler için tekrar olacaktır belki ama, İstanbul Bilgi Üniversitesinin üç ana kampusundan biri ve sanırım en büyüğüdür. Adının Santral İstanbul olmasının nedeni ise bu güzel kampusun eskiden elektrik üretmek amacıyla kurulmuş olan bir santral arazisinin üzerine kurulmuş olmasıdır. Hatta santral binaları (hepsi midir bilmiyorum) hala orada durmakta ve farklı amaçlarla (örneğin merkez kütüphane) kullanılmaktadır. İşte hedefimizdeki sergi, bir sergi merkezi olarak restore edilmiş olan bu eski santral binalarından birinde yer almaktadır. Sergiyi hazırlayan Amerikan Doğal Tarih Müzesi yetkilileri kırk yıl düşünseler bu sergi için daha uygun bir mekan bulamazlardı herhalde.
Bu ironik durumun yarattığı enteresan ruh haliyle biletlerimizi alıp güvenlikten geçerken, kapıda duran görevlinin son derece insancıl ve yardımsever bir tavırla söylemiş olduğu şu cümle ile yaşadığım ikinci şok beni kendime getirdi sanırım; “Sergi birinci katta, solda asansörle çıkabilirsiniz!!!”
Elbette birinci kattaki sergiye asansörle çıkmadım, asansörlü bir apartmanın dördüncü katındaki evime bile asansörle çıkmayan birisi olarak (bu övgüyü kendi kendime yapmayı hak ediyorum galiba). Daha sonradan sekiz bölümden oluştuğunu anladığım serginin birinci bölümüne yavaş adımlarla ilerledim. Bu bölüm dev bir illüstrasyonun egemenliğinde görünüyordu. İnsanoğlunun tarihsel süreçte atmosfere yaydığı sera gazlarındaki artışı bir ışık grafik ile aktaran bu illüstrasyon, hepimizin bildiği bir çizgi grafiğin biraz süslüce ve devasa formundan başka bir şey değildi özünde.
İkinci bölümde dev bir ekran vardı ve bu ekranda altyazı ile Türkçeleştirilmiş bir belgesel dönüyordu. Çok fazla izlemedim, ama herhalde iklim değişiminden söz ediyordu.
Üçüncü bölüm biraz daha aktif katılımlı parçalara sahipti. Evde, işte, yolda yapabileceklerimizle karbon ayak izimizi nasıl küçültebileceğimizi anlatmaya çalışan bu bölümde, yaparım dediğiniz alanda düğmeye basarak sayacı bir artırmanızın olanaklı olduğu mutluluk alanları da tasarlanmıştı. Ne tuhaf ki bütün sayaçlar dört binli sayıları gösteriyordu. Bu, serginin o ana kadar ki toplam ziyaretçi sayısı olsa gerek.
Bundan sonraki dört bölüm değişen iklimin değiştirdiği dünya üzerineydi ki, bunlardan ilki değişen atmosferi anlatıyordu. Bu bölüm dünyayı simgeleyen bir kürenin üzerinde ışık oyunları ile oluşturulmuş bir simülasyonla atmosferik hareketlerin kolay anlaşılır hale getirilmiş bir canlandırmasını da içermekteydi.  Ardından değişen buz, değişen okyanus ve değişen kara bölümleri benzer içeriklerle sıralanmaktaydı. Serginin son bölümü ise yeni enerji geleceği adıyla, gelecekte enerji üretim ve kullanımı konusunda izlenmesi gerekenler üzerine kurgulanmıştı.
Sergiyi gezerken, bunun ziyaretçiler üzerinde nasıl bir etkisi olabileceğini düşünüp durdum. Birileri buraya geliyorsa eğer, onlar zaten bu konuda hassas kişiler olmalıydı. Ancak, sanırım sorgulanması gereken şey, hassasiyetin eyleme dönüşüp dönüşmemesi olmalı. Örneğin, ben; üç kişilik ailemizin mütevazı evinden her gün iki farklı araba hareket ediyor ve her akşam geri geliyor.  Ya da arkadaşım Murat; her gün Beylikdüzü’nden Kavacık’a 2000cc motor kapasiteli otomatik vitesli bir cip ile gelip gidiyor. Acaba ziyaretçilerin geneli bizim gibi hassas insanlardan mı oluşuyordu?
Yaşamımızda “küresel” sözcüğü ile başlayan ne kadar çok şey oldu. Küresel köy, küresel ekonomi, küresel kriz… Küresel iklim değişimi de bunlardan biri. Bakalım onunla yaşamayı mı öğreneceğiz yoksa o bize nasıl yaşamamız gerektiğini mi öğretecek? Tabii, bir de en kötü senaryo var. Kimsenin bir şey öğrenmeye fırsatının kalmaması. Küresel bir felaketle, yaşamın değilse bile insanlığın sonunun gelmesi.
Sizi korkutmuş olmayayım; insanlığının sonuna bir miktar daha olmalı. Ama sergiyi ziyaret etmek ve dünya için bir şeyler yapmaya başlamak istiyorsanız eğer, 15 Ocak 2012 ajandanızda işaretleyebileceğiniz son gün.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder