İNCİR AĞACI ÜZERİNE
ÇAĞRIŞIMLAR
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Bundan önce oturduğum evin bahçesinde iki koca incir ağacı
vardı. Sıcak yaz günlerinde bu iki ağacın arasında kurduğum hamakta uzanıp
hayaller kurmak adeta gençleştirici bir etkiye sahipti. Ne yazık ki o zamanlar
bunun değerini tam olarak anlayamamış olmalıyım.
Geçenlerde çok sevdiğim bir dostumla bunun üzerine
konuşuyorduk. Bana Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak” adlı oyununu okuyup
okumadığımı sordu. Okumamıştım.
Biraz da utanarak itiraf etmem gerekir ki, ben ve sanırım
benim gibi pek çok kişi Necip Fazıl’a, özellikle Nazım Hikmet’le giriştiği
polemikten dolayı olumsuz tavır aldık. Onun edebiyatçı kişiliğini göz ardı
etmek gibi bir hatanın içine düştük.
Genellikle şiirleri ve oyunları, kısmen de öykü ve romanları
ile tanınan Fazıl’ın şu dizelerini sizlerle paylaşmış olmak özür yerine geçer
mi bilmem:
Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar.
1937 (Sonsuzluk Kervanı)
Necip
Fazıl’ın edebiyatçı kişiliği hakkında detaylı bilgi almak için pek çok eser
bulmak olanaklı.[1] Bu
yazının amacı elbette farklı; İlk defa Muhsin Ertuğrul tarafından 1937-1938 döneminde
İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenen[2]
ve başrolünü yine Muhsin Ertuğrul’un oynadığı “Bir Adam Yaratmak”tan söz etmek
istiyorum sizlere.
Oyun, babasını evlerinin bahçesindeki incir ağacına asmış bir oyun yazarının (Husrev)
etrafında dönüyor. Daha sekiz yaşındayken başından geçen bu travmatik olayın
etkisinden kurtulamayan kahramanımız, kendisini ve yaşadıklarını kaleme aldığı
oyunla tüm topluma aktarıyor adeta.
Necip Fazıl
bu oyununda bir yandan felsefi boyutlar içeren tartışmaların içerisine girerken
diğer yandan da insan ruhunun derinliklerine inmeye çalışıyor, dönemin
koşulları ölçüsünde elbette. Okumak isteyenler için çok fazla ayrıntıya
girmemeye özen göstererek, oyunun kadın-erkek ilişkileri açısından da önemli
mesajlar içerdiğini ve toplumsal taşlama sınırlarına dayandığını hatırlatmakta
yarar var.
Beni en çok
düşündüren konu, Fazıl’ın koca bir oyunu neden bir incir ağacının çevresinde
şekillendirmeyi tercih etmiş olduğu. Ve neden incir ağacı? Hele oyunun sonunda
bütün bunları neden yaptığını soran annesine kahramanın (Husrev’in) verdiği,
bence edebiyat tarihine damga vuracak nitelikteki unutulmaz yanıtı düşününce;
“Ne
yapayım anne, (babasının kendisini astığı ağacı kast ederek) kestiniz incir
ağacımı…”
Sanırım
hepimiz incir ağacı ile kültürümüz arasında bir takım bağları rahatlıkla
kurabiliriz. En azından yazıyı buraya kadar okumak konusunda dirayet gösteren
hemen herkesin aklına “Ocağına incir ağacı dikmek” deyimi mutlaka gelmiştir.
Dendroloji
derslerinde incir ağacı anlatılmış mıydı, doğrusu hatırlayamadım. Ancak yaşam
deneyimlerim bana incirin ne kadar kanaatkar ve dayanıklı bir tür olduğunu
göstermeye yetti. Özellikle bahçemizi düzenlemeye çalıştığımız sıralarda sağdan
soldan çıkan incir köklerinin, bu ağacın yaşama tutunma azmi konusunda
yeterince fikir verdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Her ne kadar olgunlaşan ve
bizim uzanamadığımız meyvelerinin çimlere düşmesi ve temizlemesinin hayli zor
olmasından dolayı söylenmelerim hala zihnimde yer ediyor olsa da, aynı
meyvelerin yaz aylarında kuşların temel besin kaynağı olduğunu hatırladıkça, bu
iki güzel ağacı bahçeye diken babama hayır duası etmenin unutulmaması gereken
bir görev olduğunu düşünüyorum.
Sevgili
dostum Sezgin (Özden) yazıyı hazırlamam için beni uyardığında, bu satırların
büyük bir bölümü çoktan kafamda yazılmıştı. Kaderin cilvesi mi demeli
bilemiyorum; tam da aynı günlerde bir başka dostumun önerisiyle güzel (tek
başına güzel yetersiz kaldı; çok çok güzel, hatta harikulade) bir Türk filmi
izleme şansını da yakaladım. İnsanı sımsıkı saran, insan olduğu için
umutlandıran ve yaşamdan mutluluk duyması için hala bazı nedenlerin var olduğu
konusunda ikna eden bir film. İzledikten sonra DVD satışlarında en çok tercih
edilenler listesinde başta olduğunu fark ettiğim bu filmin adı “İncir Reçeli”.
Yalnızca rastlantı deyip geçiştirmeli mi bilmiyorum ama yoğun biçimde eski
evimin bahçesindeki incir ağaçları arasında hamak kurup sallanmak istiyorum.
Bir de hakkıyla yapılmış bir kavanoz incir reçeli bulursam…
[1] Kenan
Akyüz’ün kaleme aldığı “Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi” (İnkılap
Yayınları) ve Hulusi Geçgel’in kaleme aldığı “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı”
(Anı Yayınları) bu kapsamda değerlendirilebilir.
[2]
Yanılmıyorsam 2000’li yıllarda yine İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından
sahnelenmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder