Etiketler

Denemeler (12) Diğer (28) Makaleler (18) Şiirler (45)

27 Haziran 2012 Çarşamba

Necati Cumalı ve Ay


Necati Cumalı ve Ay
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Neil Armstrong’un Ay’da yürüyüp yürümediği bazılarımız için hala bir muammadır. Oysa Ay, farkına varmasak da çoğu zaman, dünyamızın ve kültürümüzün en önemli parçalarından biridir. Sanırım, çocukluğunda Jules Verne’in “Ay’a Seyahat”  adlı eserini okumayan yoktur. Verne’in Ay’a gönderdiği uzay aracının adı Columbia’dır. Neil Armstrong’u Ay’a götürenin de.
Bayrağımız Ay ile yıldızın ahenkli bileşiminden meydana gelir. Sevdiklerimizi mehtaplı gecelerde daha bir içten anarız. Öyle ki, Ay’ın kültürümüzdeki yeri tarihsel eserlerde bile belirgindir. Bu noktada sözü, dilerseniz, Sunay Akın’a bırakalım. “Ay Hırsızı” adlı eserinde şöyle diyor usta:
“İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın adını taşıyan iki cami vardır. Bunlardan biri Üsküdar’da, öteki ise Edirnekapı’dadır. Güneş her gün, çocuğunu arayan bir anne gibi Üsküdar’daki caminin ardında doğarken, Ay Edirnekapı’daki caminin minarelerinin arkasına saklanır. Her akşam Ay, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin saçlarını taçlandırırken, uykuya yatmak üzere olan güneş, başını, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin kubbesine dayar. İstanbul’da bu yüzden bir değil, iki tane Mihrimah Sultan Camii vardır. Mihrimah’ın anlamı da (mihr ü mah) ‘güneş ve ay’dır.”
Necati Cumalı’ya gelmek için bu kadar söz dolaştırmanın anlamı da ne diyebilirsiniz. Belki de haklısınız. Ancak, onu “Ay Büyürken Uyuyamam” adlı eseriyle tanıyan benim için ikisi arasındaki bağ koparılamaz niteliktedir. Ay ve Cumalı.
Bir Cumalı öyküsü ya da romanı okumadıysanız yahut ondan bir iki mısra bilmiyorsanız, eksik bir Türkiye vardır sizin dimağınızda. Ülkemizi en iyi anlatan sanatçılardan biridir o. Kim bilir, belki de birincisi.
Anadolu’yu ve Anadolu insanını Cumalı kadar net fotoğraflamak, onunla tanışmamış olanlar için hayal sınırlarının ötesinde olsa gerek.  1921 yılında Florina’da (Yunanistan) başlayıp 2001 yılında İstanbul’da sona eren 80 yıllık yaşamına pek çok roman, öykü, şiir ve oyun sığdıran Cumalı, yalnızca insanımızı değil aynı zamanda doğamızı ele alma konusunda da benzersizdir. Bu açıdan, henüz onunla tanışmamış olanlara “Tütün Zamanı” üçlemesini (Zeliş; Yağmurlarla Topraklar; Acı Tütün)içtenlikle önermek isteriz. Bu eserlerin Cumhuriyet Kitapları tarafından son derece kaliteli yeni baskılarının yapıldığını hatırlatmak da ayrıca yararlı olacaktır.
Cumalı’nın,  yapıtlarında çoğunlukla kasaba yaşamını yansıtmaya çalıştığını görürüz. Bu bir rastlantı değildir. Tam tersine, bilinçli bir seçimdir. Bunun nedenini Cumalı şöyle açıklamaktadır[1]: “Kasaba, yani ne kent ne köy, ikisi karışımı bir yerleşim merkezi. Türkiye’yi en iyi yansıtan yerleşme örneğidir bence kasaba. Kasaba kültürü bütün yaşamımızı etkiler. Kasaba görgüsü egemendir bütün değer ölçülerimizde. Politika, eğitim, sanat, hoşgörü ortamını kasaba saptar bize. Roman kentleşmenin sanatıdır gerçi, ama kentleşemiyoruz işte. Kolay değil.” Bu sözler bugün için de geçerliliğini korumuyor mu sizce?
Cumalı’nın, eserlerinde folklorik unsurlardan da ustaca yararlandığına tanık oluruz. Bu yıl tamamlanmış bir araştırma bu açıdan ilgi çekici sonuçlar ortaya koyuyor[2]:
Sanatçı, incelenen 86 öykü, 13 oyun ve 5 romanında, 23 türkü, dokuz mani, altı ağıt, iki ninni, iki tekerleme ve iki halk efsanesinden yararlanmış durumda. Bu eserlerde ayrıca, büyü, uğur-uğursuzluk, rüya, müjde, fal ve nazar gibi değişik kültürel unsurlara da sıkça rastlanıyor. Bu tür bir zenginliği Cumalı dışında belki de yalnızca Yaşar Kemal’de bulmak olası.
Büyük ustanın eserlerinde kadını ele alış biçimi de son derece çarpıcıdır. Özellikle oyunlarında bu çarpıcılık daha da belirginleşir. Bu konu bir yüksek lisans tezine konu olmuş ve şu sonuca ulaşılmıştır[3]: “…Onun oyunlarındaki kadınlar çok büyük farklarla birbirinden ayrılmazlar. Kırsal yaşamda da, kasaba ortamında da, kent ortamında da onlar birer kadındır ve toplumsal baskılara maruz kalan, törelere boyun eğen ya da törelerle karşı karşıya kalan, bağımlı yaşayan ve cinsel yönden arzulanarak, cinsel bir meta olarak kabul edilen özverili, çileli Anadolu kadınının temsilcileridir.”
Cumalı, pek bilinmese de, sanata şiirle giriş yapmıştır. İlk şiir kitabı olan “Kızılçullu Yolu” 1943 yılında yayımlanmıştır. Oysa ilk öykü kitabı (Yalnız Kadın) 1955 ve ilk romanı (Tütün Zamanı) 1959 tarihlidir. İlk şiirini Urla Halkevi dergisi olan Ocak’ta yayımlayan sanatçı 1942 kışında, Orhan Veli’yle buluşarak şiirlerindeki eksikliği öğrenmek ister; yazdığı 20 dizelik bir şiirini verir. O da bu şiiri sekiz dizeye indirir. Cumalı önce yadırgadığı durumu kendince şu tümcelerle açıklamaktadır[4]: “Ben öbür on iki dizede bir hayli parlak sözler ettiğime inanıyordum. Orhan Veli’nin güzel çirkin demeden onları çıkarıvermesini önce yadırgamadım değil. Ama bir iki gün içinde şiirin kısaltılmış biçimi bana daha da doyurucu göründü. İşte benim, ‘Yağmurdan Sonra Bayram Yeri’ adlı şiirim bu yeni haliyle yayımlandı… Orhan Veli’den öğrendiğim en önemli şey bu oldu benim.” Gerçekten de Cumalı’nın başta Orhan Veli olmak üzere Garip akımından oldukça etkilendiği açıktır. Buna karşılık, o, kendi özel anlatım şeklini yakalamak konusunda hiç de sıkıntı çekmemiştir.
Ahmet Köksal Papirüs Dergisi’nin Temmuz 1968 sayısındaki yazısında şöyle demektedir Cumalı’nın şiiri için4:
“İlk gençlik anıları, ilk aşklar, yaşama ve doğa sevgisi, savaş ve yoksulluk yıllarından giderek  toplumsal bir duyarlılığa yönelen Cumalı’nın şiir gücünü yaşanmışlığından alan bir gerçekçilik ile ilk yenilik akımının o pek ünlü ‘yaşama sevinci’ni yereyselleştirerek, onu taşralı bir Anadolu aydınının yaşantısı içinde duyurmuştur.
Söyleyişindeki katıksız içtenlik, çocuksu bir şaşkınlık, kendine özgü bir ahenk, aydınlık ve yalın bir şiir çabası ilk şiirlerinden bu yana Cumalı’nın değişmeyen özelliklerindendir.”
Gelin, isterseniz, onun şiiri üzerine bunca sözün ardından, ilk şiir kitabı olan “Kızılçullu Yolu”na adını veren şiirine yer verelim bu noktada. O zaman daha iyi anlamak olanaklı olacak ve daha iyi hissedeceksiniz Cumalı’yı. 

Kızılçullu Yolu
Hıdrellez günü, Kızılçullu yolu
Beni herkes severdi çocukluğumda
Arabacı yanına oturur
Kırbacı bana verirdi. 

Ben Fıtnat Hanımın oğlu,
Zayıf bir kızı severdim
Gözlerinin içi gülerdi. 

Hıdrellez güneşi
Beraber tırmanmadık mı ağaçlara?
Siz kanatmadınız mı ellerimi
Elma çiçekleri? 

“Ay Büyürken Uyuyamam”ı yazdığında 48 yaşındaydı Cumalı. Benim gibi pek çok kişinin yurduna ve yaşadığı dünyaya bakışını değiştirdi bu eser. Ve sanatçı, geride kalan 32 yıllık ömründe belki de hiç uyumadı Ay’ın büyüdüğü zamanlarda. Onu 10 Ocak 2001 tarihinde kaybettik. Kaderin cilvesine bakın ki, bir gün önce, yani 9 Ocak 2001’de, ülkemizden de izlenen ‘Tam Ay Tutulması’ yaşandı. Kim bilir, belki de büyük usta, bizimle beraber Ay’ın önce yok olup, sonra yeniden büyümesini izledi ve en uzun uykusuna huzur içinde yattı. Ve belki de şimdi o, Ay’da bir yerlerden bizleri izliyor.
Bir not, bitirirken: Bundan sonra ülkemizden izleyebileceğimiz ilk ay tutulması 15 Haziran 2011’de. Ve bir öneri: Gelin o gün Ay’ın güneşten saklandığı saatte hepimiz birer Cumalı şiiri okuyalım. Okuyalım ki, büyürken de küçülürken de Ay, rahat uyusun büyük usta.



[1] Doğan Hızlan’a atıfla, Ünlü, M., Özcan, Ö. 2003. 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı 1940-1960 (I). İnkılap Yayınları, İstanbul, s.177.
[2] Emiroğlu, S. 2010. Necati Cumalı’nın Eserlerinde Halk Edebiyatı ve Kültürü Unsurlarının İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
[3] Temel, T. 2007. Necati Cumalı’nın Oyunlarındaki ‘Kadın Karakterler’in İncelenmesi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
[4] Ünlü, M ve Özcan, Ö (a.g.e.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder