Necati Cumalı ve Ay
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Neil Armstrong’un Ay’da yürüyüp yürümediği bazılarımız için
hala bir muammadır. Oysa Ay, farkına varmasak da çoğu zaman, dünyamızın ve
kültürümüzün en önemli parçalarından biridir. Sanırım, çocukluğunda Jules
Verne’in “Ay’a Seyahat” adlı eserini
okumayan yoktur. Verne’in Ay’a gönderdiği uzay aracının adı Columbia’dır. Neil
Armstrong’u Ay’a götürenin de.
Bayrağımız Ay ile yıldızın ahenkli bileşiminden meydana
gelir. Sevdiklerimizi mehtaplı gecelerde daha bir içten anarız. Öyle ki, Ay’ın
kültürümüzdeki yeri tarihsel eserlerde bile belirgindir. Bu noktada sözü,
dilerseniz, Sunay Akın’a bırakalım. “Ay Hırsızı” adlı eserinde şöyle diyor
usta:
“İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah
Sultan’ın adını taşıyan iki cami vardır. Bunlardan biri Üsküdar’da, öteki ise
Edirnekapı’dadır. Güneş her gün, çocuğunu arayan bir anne gibi Üsküdar’daki
caminin ardında doğarken, Ay Edirnekapı’daki caminin minarelerinin arkasına
saklanır. Her akşam Ay, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin saçlarını taçlandırırken,
uykuya yatmak üzere olan güneş, başını, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan
Camii’nin kubbesine dayar. İstanbul’da bu yüzden bir değil, iki tane Mihrimah
Sultan Camii vardır. Mihrimah’ın anlamı da (mihr ü mah) ‘güneş ve ay’dır.”
Necati Cumalı’ya gelmek için bu kadar söz dolaştırmanın
anlamı da ne diyebilirsiniz. Belki de haklısınız. Ancak, onu “Ay Büyürken
Uyuyamam” adlı eseriyle tanıyan benim için ikisi arasındaki bağ koparılamaz
niteliktedir. Ay ve Cumalı.
Bir Cumalı öyküsü ya da romanı okumadıysanız yahut ondan bir
iki mısra bilmiyorsanız, eksik bir Türkiye vardır sizin dimağınızda. Ülkemizi
en iyi anlatan sanatçılardan biridir o. Kim bilir, belki de birincisi.
Anadolu’yu ve Anadolu insanını Cumalı kadar net
fotoğraflamak, onunla tanışmamış olanlar için hayal sınırlarının ötesinde olsa
gerek. 1921 yılında Florina’da
(Yunanistan) başlayıp 2001 yılında İstanbul’da sona eren 80 yıllık yaşamına pek
çok roman, öykü, şiir ve oyun sığdıran Cumalı, yalnızca insanımızı değil aynı
zamanda doğamızı ele alma konusunda da benzersizdir. Bu açıdan, henüz onunla
tanışmamış olanlara “Tütün Zamanı” üçlemesini (Zeliş; Yağmurlarla Topraklar;
Acı Tütün)içtenlikle önermek isteriz. Bu eserlerin Cumhuriyet Kitapları
tarafından son derece kaliteli yeni baskılarının yapıldığını hatırlatmak da
ayrıca yararlı olacaktır.
Cumalı’nın,
yapıtlarında çoğunlukla kasaba yaşamını yansıtmaya çalıştığını görürüz.
Bu bir rastlantı değildir. Tam tersine, bilinçli bir seçimdir. Bunun nedenini
Cumalı şöyle açıklamaktadır[1]:
“Kasaba, yani ne kent ne köy, ikisi karışımı bir yerleşim merkezi. Türkiye’yi
en iyi yansıtan yerleşme örneğidir bence kasaba. Kasaba kültürü bütün
yaşamımızı etkiler. Kasaba görgüsü egemendir bütün değer ölçülerimizde.
Politika, eğitim, sanat, hoşgörü ortamını kasaba saptar bize. Roman
kentleşmenin sanatıdır gerçi, ama kentleşemiyoruz işte. Kolay değil.” Bu sözler
bugün için de geçerliliğini korumuyor mu sizce?
Cumalı’nın, eserlerinde folklorik unsurlardan da ustaca
yararlandığına tanık oluruz. Bu yıl tamamlanmış bir araştırma bu açıdan ilgi
çekici sonuçlar ortaya koyuyor[2]:
Sanatçı, incelenen 86 öykü, 13 oyun ve 5 romanında, 23
türkü, dokuz mani, altı ağıt, iki ninni, iki tekerleme ve iki halk efsanesinden
yararlanmış durumda. Bu eserlerde ayrıca, büyü, uğur-uğursuzluk, rüya, müjde,
fal ve nazar gibi değişik kültürel unsurlara da sıkça rastlanıyor. Bu tür bir
zenginliği Cumalı dışında belki de yalnızca Yaşar Kemal’de bulmak olası.
Büyük ustanın eserlerinde kadını ele alış biçimi de son
derece çarpıcıdır. Özellikle oyunlarında bu çarpıcılık daha da belirginleşir.
Bu konu bir yüksek lisans tezine konu olmuş ve şu sonuca ulaşılmıştır[3]:
“…Onun oyunlarındaki kadınlar çok büyük farklarla birbirinden ayrılmazlar. Kırsal
yaşamda da, kasaba ortamında da, kent ortamında da onlar birer kadındır ve
toplumsal baskılara maruz kalan, törelere boyun eğen ya da törelerle karşı
karşıya kalan, bağımlı yaşayan ve cinsel yönden arzulanarak, cinsel bir meta
olarak kabul edilen özverili, çileli Anadolu kadınının temsilcileridir.”
Cumalı, pek bilinmese de, sanata şiirle giriş yapmıştır. İlk
şiir kitabı olan “Kızılçullu Yolu” 1943 yılında yayımlanmıştır. Oysa ilk öykü
kitabı (Yalnız Kadın) 1955 ve ilk romanı (Tütün Zamanı) 1959 tarihlidir. İlk
şiirini Urla Halkevi dergisi olan Ocak’ta yayımlayan sanatçı 1942 kışında,
Orhan Veli’yle buluşarak şiirlerindeki eksikliği öğrenmek ister; yazdığı 20
dizelik bir şiirini verir. O da bu şiiri sekiz dizeye indirir. Cumalı önce
yadırgadığı durumu kendince şu tümcelerle açıklamaktadır[4]:
“Ben öbür on iki dizede bir hayli parlak sözler ettiğime inanıyordum. Orhan
Veli’nin güzel çirkin demeden onları çıkarıvermesini önce yadırgamadım değil.
Ama bir iki gün içinde şiirin kısaltılmış biçimi bana daha da doyurucu göründü.
İşte benim, ‘Yağmurdan Sonra Bayram Yeri’ adlı şiirim bu yeni haliyle
yayımlandı… Orhan Veli’den öğrendiğim en önemli şey bu oldu benim.” Gerçekten
de Cumalı’nın başta Orhan Veli olmak üzere Garip akımından oldukça etkilendiği
açıktır. Buna karşılık, o, kendi özel anlatım şeklini yakalamak konusunda hiç
de sıkıntı çekmemiştir.
Ahmet Köksal Papirüs Dergisi’nin Temmuz 1968 sayısındaki
yazısında şöyle demektedir Cumalı’nın şiiri için4:
“İlk gençlik anıları, ilk aşklar, yaşama ve doğa sevgisi,
savaş ve yoksulluk yıllarından giderek
toplumsal bir duyarlılığa yönelen Cumalı’nın şiir gücünü
yaşanmışlığından alan bir gerçekçilik ile ilk yenilik akımının o pek ünlü
‘yaşama sevinci’ni yereyselleştirerek, onu taşralı bir Anadolu aydınının
yaşantısı içinde duyurmuştur.
Söyleyişindeki katıksız içtenlik, çocuksu bir şaşkınlık,
kendine özgü bir ahenk, aydınlık ve yalın bir şiir çabası ilk şiirlerinden bu
yana Cumalı’nın değişmeyen özelliklerindendir.”
Gelin, isterseniz, onun şiiri üzerine bunca sözün ardından,
ilk şiir kitabı olan “Kızılçullu Yolu”na adını veren şiirine yer verelim bu
noktada. O zaman daha iyi anlamak olanaklı olacak ve daha iyi hissedeceksiniz
Cumalı’yı.
Kızılçullu Yolu
Hıdrellez günü, Kızılçullu yolu
Beni herkes severdi çocukluğumda
Arabacı yanına oturur
Kırbacı bana verirdi.
Ben Fıtnat Hanımın oğlu,
Zayıf bir kızı severdim
Gözlerinin içi gülerdi.
Hıdrellez güneşi
Beraber tırmanmadık mı ağaçlara?
Siz kanatmadınız mı ellerimi
Elma çiçekleri?
“Ay Büyürken Uyuyamam”ı yazdığında 48 yaşındaydı Cumalı.
Benim gibi pek çok kişinin yurduna ve yaşadığı dünyaya bakışını değiştirdi bu
eser. Ve sanatçı, geride kalan 32 yıllık ömründe belki de hiç uyumadı Ay’ın
büyüdüğü zamanlarda. Onu 10 Ocak 2001 tarihinde kaybettik. Kaderin cilvesine
bakın ki, bir gün önce, yani 9 Ocak 2001’de, ülkemizden de izlenen ‘Tam Ay
Tutulması’ yaşandı. Kim bilir, belki de büyük usta, bizimle beraber Ay’ın önce
yok olup, sonra yeniden büyümesini izledi ve en uzun uykusuna huzur içinde
yattı. Ve belki de şimdi o, Ay’da bir yerlerden bizleri izliyor.
Bir not, bitirirken: Bundan sonra ülkemizden
izleyebileceğimiz ilk ay tutulması 15 Haziran 2011’de. Ve bir öneri: Gelin o
gün Ay’ın güneşten saklandığı saatte hepimiz birer Cumalı şiiri okuyalım.
Okuyalım ki, büyürken de küçülürken de Ay, rahat uyusun büyük usta.
[1] Doğan
Hızlan’a atıfla, Ünlü, M., Özcan, Ö. 2003. 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı 1940-1960
(I). İnkılap Yayınları, İstanbul, s.177.
[2]
Emiroğlu, S. 2010. Necati Cumalı’nın Eserlerinde Halk Edebiyatı ve Kültürü
Unsurlarının İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
[3] Temel,
T. 2007. Necati Cumalı’nın Oyunlarındaki ‘Kadın Karakterler’in İncelenmesi.
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
[4] Ünlü, M
ve Özcan, Ö (a.g.e.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder