Vatan
aşkı insanı, gerçekten çok uzaklara götürebilir…
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Dr. Cihan ERDÖNMEZ
Bu anlamlı sözün sahibi
Gustave Flaubert[1].
Ünlü yazar durup dururken söylemiyor bunu. Polonezköy’ü ziyaret eden
Flaubert’in, belki de ister istemez, ince zekasının doğal bir sonucu olarak dökülüveriyor
bu sözcükler birer birer ağzından.
Herkes bir miktar bilir
İstanbul’u. Tarihi yarımada, boğaz, kalabalık ve karmaşa İstanbul’la eş
anlamlıdır adeta. Kaçacak delik ararız çoğu zaman bu karmaşadan. Ve dönüp
dolaşıp belli noktalarda yığılır kalırız.
Polonezköy işte bu tür
kaçış noktalarından biridir. Beykoz ilçesi sınırlarında bir orman köyüdür
Polonezköy. Adampol de denir. Aslını sorarsanız, köyün Leh kökenli yerlileri bu
adı daha çok tercih eder.
Polonya (Lehistan)
belki de tarih boyunca en fazla işgale uğrayan topraklar arasında yer alır. II.
Dünya Savaşı’nın kıvılcımı bile Polonya’nın işgali ile çakılmıştır. 1772-1795
yılları arasında Rusya, Avusturya ve Prusya arasında paylaşılan Polonya
toprakları izleyen 123 yıl boyunca özgürlüğünden mahrum kalmıştır. Özgürlüğüne
tutkun Polonyalılar 1830 yılında Rusya’ya karşı büyük bir ayaklanma
başlatmışlardır. Başarısızlıkla sonuçlanan bu ayaklanma büyük bir göç dalgasına
yol açmış, binlerce Polonyalı vatanlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Göç
edenlerin büyük bir kısmı Başta Fransa olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine
gitmiştir. Bazı liderler ise, tarihsel süreçte Polonya ile daima iyi ilişkiler
içerisinde bulunan Osmanlı Devleti’ni tercih etmişlerdir. Osmanlı-Polonya
ilişkileri o derece yakındır ki, Polonya’nın bağımsız bir devlet kimliğini
yitirdiği dönemlerde, Osmanlı sarayında yabancı devlet elçileri ile yapılan
toplantılarda, Polonya elçisi için ayrılan koltuk daima boş tutularak, diğer
elçilere “yolda, geliyor” denir ve bu şekilde bir mesaj verilirmiş.
Özgürlüğüne tutkun
Polonyalıların ülkemizi tercih etmelerinin Türk kültür yaşamına etkileri
öngörülemeyecek kadar fazladır. Örneğin, Nazım Hikmet atalarının Polonya
kökenli olduğunu düşünmektedir. Bununla da övünmektedir aslında. Kanıtı, onun Lehistan
Mektubu adlı şiirinin dizlerinde yatmaktadır. Çok uzun olduğu için tamamını
buraya almam olanaklı olmasa da birkaç dizesini aktarmak isterim:
Lehistan Mektubu
Sevgili gonca
gülüm
Başladı Lehistan
ovasında yolculuğum:
Küçücük bir
çocuğum,
Bakıyorum ilk
resimli kitabıma;
…
Sevgilim, dayı
kızım, memed’imin anası,
Dedelerimizden
biri
1848 Polonya
muhaciri.
…
Lehistan’dan
gelmiş dedelerimizden biri,
Gözlerinde
karanlığı yenilginin,
Saçları al kana
boyalı,
…
Sevgilim
Nerede, ne zaman
hürriyet dövüşmüş de
Ön safında
Polonyalı bulunmamış?
…
Gölgeli bir
bahçeye girer gibi
Girebilmek
usulcacık ihtiyarlığa,
Ve hepsinden
önemlisi,
Çocukların, ama
bütün çocukların,
Kırmızı elmalar
gibi gülüşü
Göğsümü
kabartmıyor değil
Dedelerimden
birinin Lehli oluşu.
Polonya’dan Osmanlı’ya
göç edenlerin yerleşebileceği bir köy kurma fikri 1830’lu yıllara kadar uzansa
da, bu köyün kurulması için 1842 yılına kadar beklemek gerekecektir. Polonyalı
devlet adamı ve göçmen topluluğu önderi Prens Adam Czartoryski merkezini Paris’te
kurduğu siyasi göçmen birliğine bağlı olarak İstanbul’da bir doğu ajansı açmış
ve yöneticiliğini Michal Czajkowski’ye vermiştir. Czajkowski İstanbul’un
yakınında bulunan Lazaryen rahipleriyle iletişim kurarak bu rahiplerin sahip
oldukları çiftlik topraklarında Polonyalılar için sığınak oluşturulmasını
gündeme getirmiştir. 1842 yılında Prens Adam Czartoryski’nin girişimleriyle
imzalanan anlaşma sonucunda bu topraklar süresiz olarak kiralanmış ve Polonyalı
göçmenlerin kullanımına verilmiştir. Aynı yıl törenle Adampol (Adam’ın tarlası)
adı verilen bu köy Polonezköy’dür.
Kurulduğu yıl köy
nüfusu 12 iken 1851’de 100, 1856’da 121 ve 1900’lerin başlarında 150’ye çıkar
bu sayı. Bu dönemde köyün dış alemle ilişkileri sınırlıdır. Tarım, avcılık ve
Polonya’dan sağlanan maddi yardımlar geçimin temelini oluşturur.
1900’lü yıllarla
birlikte köyün sosyo-ekonomik yapısında önemli bir dönüşüm yaşanmaya başlar.
Yavaş yavaş dışa açılmaktadır Polonezköy. İstanbul’un av meraklılarının gözde
mekanlarından biri olmaya başlamıştır. Av merakı, köyün Avrupai
karakteristiğinin de etkisiyle, günübirlik gidiş-gelişlerden birkaç günlük
turlara dönüştürmüştür Polonezköy seyahatlerini. 1920’lerin başında köyün en
köklü ailelerinden biri olan Dohodalar evlerini pansiyona dönüştürmüşlerdir.
Türkiye’nin ve belki de dünyanın ilk çiftlik turizmi deneyimleri yaşanır
Dohodaların pansiyonunda. Panisyonculuk zamanla gelişir ve köy ekonomisinde
ağırlıklı bir yer işgal etmeye başlar.
Köyün dışa açılmasının
ikinci bir boyutu ise köylülerin yetiştirdikleri tarımsal ve hayvansal ürünleri
köy dışına pazarlamaya başlamaları ile yaşanmıştır. At arabalarıyla Beykoz
sahiline getirilen başta domuz eti olmak üzere çeşitli ürünler sandallarla kent
merkezine taşınmış ve İstanbullular tarafından büyük ilgi görmüştür.
1960 yılında Beykoz’la
köy arasındaki ulaşımı sağlayan yolun açılmış olmasıyla köyde dinlenmek
isteyenler kalabalık gruplar halinde köye akın etmeye başlamıştır. Bu ilgi
pansiyonculuğu daha da yaygınlaştırmış ve köy ekonomisinde birinci sıraya yükseltmiştir.
1968 yılında, o zamana kadar Prens Wladyslaw Czartoryski’nin mirasçılarına ait
olan köy topraklarının mülkiyet hakkı köylülere geçmiş ve alımı-satımı olanaklı
hale gelmiştir. Bazı köylüler arazilerini satarken, köye İstanbullu zenginler
yerleşmeye başlamıştır.
Bölgede 1960’lı
yıllarda yapılan ağaçlandırmalarda çalışmak üzere çoğunlukla Tokat yöresinden
gelenler Polonezköy halkıyla kaynaşmış, köyde artan rekreasyonel faaliyetler
nedeniyle ihtiyaç duyulan işgücü bu kitle tarafından karşılanmaya başlanmıştır.
Günümüzde binli sayılara yaklaşmış olan köy nüfusu içerisinde Leh kökenli
olanlar azınlıktadırlar. Buna karşın, köyün Leh kültürünü yansıtan
karakteristiği özenle korunmaktadır. Örneğin, muhtarlık seçimlerinde bugüne
kadar Leh kökenli olmayan bir aday çıkmamıştır. Harikulade doğası, pırıl pırıl
sokakları, tertemiz pansiyonları, restoranları, yürüyüş ve bisiklet parkurları
ve hatta hayvanat bahçesiyle Polonezköy İstanbullular için mükemmel bir
rekreasyon alternatifi oluşturmaktadır.
Polonezköy ve çevresi
doğal ve kültürel niteliklerinin korunması amacıyla 1994 yılında Tabiat Parkı
statüsüyle koruma altına alınmıştır. Köy sınırlarında 260 yatak kapasiteli 3
otel ve 600 yatak kapasiteli 23 pansiyon bulunmakta; özellikle bahar aylarında
günlük ziyaretçi sayısı 5 binin üzerine çıkmaktadır[2].
Ziyaretçiler köy ekonomisinin temel taşını oluştursa da, doğal ve kültürel
yapının bozulacağından korkan Polonezköylüler sınır çekmeyi de ihmal
etmemektedirler. Köye hiçbir toplu taşıma aracıyla ulaşılamamaktadır ve buna
dönük projeleri köylüler reddetmektedir[3].
Eğer İstanbul’da
yaşıyorsanız ve Polonezköy’ü hala görmediyseniz, bir hafta sonu daha
kaybetmemeniz gerektiğini düşünüyorum. İstanbullu değilseniz, ilk İstanbul
seyahatinizde programınıza mutlaka Polonezköy’ü de katmalısınız. Sabahın ilk
ışıkları ile birlikte olun köyde. Varsa bisikletlerinizi de yanınızda götürün.
Bir sabah yürüyüşü ya da bisiklet turundan sonra pansiyonlardan birinde harika
bir kahvaltı yapın. Ardından kahvenizi de içip düşün köy sokaklarına. Adım
atmadığınız bir tek nokta kalmasın. Ama mutlaka köy kilisesini ziyaret edin. Ve
mutlaka köy mezarlığını. Dikkatle inceldiğinizde mezar taşlarını, Kırım ve
Çanakkale’de Osmanlı ordusunun birer neferi olarak çarpışıp yaşamını
kaybedenlerin adlarını da görecekseniz. Sonra mutlaka Zosia Teyze’nin Anı
Evi’ne uğrayın. Karşınıza binlerce el yazması, kitap, fotoğraf, harita vb.
çıkacak. Bir kültürün, bir tarihin nasıl korunduğunu görüp şaşıracaksınız.
Ne yapın ne edin ilk
fırsatta Polonezköy’e gelin. Derin bir nefes alın ve; vatan sevgisinin insanı
nasıl çok uzaklara sürüklediğini, kültürün doğayla nasıl kaynaştığını ve
birbirini tamamladığını hissedin ciğerlerinize doldurduğunuz tertemiz havayla.
Hep hayıflanacak değilsiniz ya insan olduğunuz için; bir kez olsun “iyi ki
insanmışım” deyin.
[1] Akova,
A. 2006.Polonezköy-Kartalın Ruhu. National Geographic Türkiye, Haziran 2006.
[2]
Erdönmez, İ.M. 2005. İstanbul’daki Korunan Alanlarda Rekreasyonel Kullanımların
Görsel Etkileri: Polonezköy Tabiat Parkı. Korunan Doğal Alanlar Sempozyumu,
8-10 Eylül 2005, Isparta. Sözlü Bildiriler Kitabı: s. 447-454.
[3]
Tartışmaları bitmeyen 3. Köprü projesinin hayata geçmesi durumunda oluşacak
durumu öngörmek zor olmasa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder